-Hangi dizileri izliyorsun?
-Şu holdingli diziyi.
-Ohooo, oğlum holdingsiz dizi yok ki! Gören de Türkiye’de herkesin bir holdingi olduğunu zannedecek…
-Hani eski erkek arkadaşı kızı kaçırdı ya işte o diziyi.
-Allah Allah benim bildiğim tüm dizilerde başroldeki kız, en az bir kez eski aşığı tarafından kaçırılır. Seninki hangisi acaba?
-Ya sen de amma cahilsin. Şu trafik kazasından kurtulduktan sonra kaçırılan kız.
-İyi de hastane sahnesi olmayan dizi yok ki!
-Hani çocuk artık kızı sevdiğini anladı ama eski kız arkadaşı bir türlü ondan vazgeçmiyor da kalacak yerim yok bahanesiyle adamın evine geliyor ya. Hani çocuk onu kovuyor kovmasına da delikanlı ya, gece vakti kızı tek başına nasıl göndersin? Mecburen alıyor evine. Ama tüm geceyi başka odalarda geçiriyorlar. Kız da –bu sahne klişedir- banyo yapıyor ve bornozla evde dolaşırken, çocuğun asıl kız arkadaşı ne hikmetse tam o sırada kapıyı çalıyor ve kapıyı bornozuyla eski kız arkadaşı açıyor ya işte o dizi canım aaaa!
-Hmmmm… Bunun benzeri sahneleri içeren en az 10 dizi sayarım sana.
-Üfff, sevdiği çocuktan evlenmeden hamile kaldıktan sonra terkedilen ve zengin bir koca bulan kızın hikâyesi işte. Artık hâlâ anlamadıysan pes yani!
-Ya asıl sana pes yani! Irzına geçildikten sonra ya da evlenmeden önce çocuk sahibi olan bir dolu kız var. Hepsinin de kıymeti ne hikmetse bir başkası tarafından düzüldükten ve hamile kaldıktan sonra anlaşılıyor ve geneli de zengin koca buluyor. Ve bu zengin kocalar da depresif karılarına el sürmeyecek kadar yüce gönüllü… Seninki hangisi acaba???
******************
Hani Bekir Coşkun usta bir yazısında “ Adları, partileri değişse de Türkiye’yi 1950’den beri aynı zihniyet yönetiyor” demişti ya işte öyle bir şey. İsimler, oyuncular, mekânlar farklı da olsa, konuları hemen hemen aynı, o artık yurtdışına satmakla öğündüğümüz dizilerimizin…
Muhteşem villalar, holdingler, birbirinden şık kadınlar, lüks otomobiller ve diziyi sakız gibi uzatmak için de işte neredeyse birbirinin karbon kopyası basmakalıp senaryolar: trafik kazaları, hastanede ağzında koca bir hortumla makineye bağlı yatan adamlar/kadınlar, tam işler yoluna girerken meydana gelen ters tesadüfler, her ne hikmetse en gizli konuşmalar sırasında tesadüf bu ya kapının önünden geçen ve o konuşmayı duymaması gerekirken duyan kötü kadınlar…vs…vs.
Geçen gün bir söyleşi programında izlemiştim; her yılbaşı ortalama 90 dizi yayına başlıyormuş. Bu, 90 başrol oyuncusu, 90 yönetmen, 90 ayrı ekip demektir… Türkiye’de var mı bu kadar başrol oyuncusu, yönetmen, ekip ve en önemlisi 90 ayrı konu?
O kadar ucuzlatıldı ki bu iş! Neredeyse hemen herkes dizi oyuncusu oldu. Neyse ki dublaj var da, o sayede rol yapmaktan bîhaber, konuşmaktan âciz bir sürü kazulet izlediğimizi fark etmiyoruz.
Türkiye’de faşizan bir dikta rejimi adım adım tesis edilirken özellikle son 10 yılda trilyonlarca lira aktarılan dizi sektörünün ve teknolojinin sonuna kadar kullanıldığı futbol programlarının perdelemesinde insanlarımızdan gerçek gündem ustaca gizlenmekte, birbirinin tekrarı klişelerle diziler artık, insanları uyuşturmaya, beyinlerini kullandırmamağa yönelik bir çabanın argümanları hâline getirilmektedir. Böylece görsel medyanın müthiş gücü sayesinde insanlar yalnızca iktidarın görmemizi istediklerini görebilmektedir ne yazık ki!
70’li yılların Yeşilçam filmleri için bir yazımda “Bu dönem filmleri insanımıza yamanmış cahilleştirme politikasının sanat alanındaki bir bileşeniydi” değerlendirmesini yapmıştım. Hâkim güçlerin ve emperyalizmin yerli işbirlikçilerinin kullandıkları silahlar aslında hiçbir zaman değişmedi. Yıllar geçtikçe, zamana uyum sağladılar sadece. Şimdi de uyuşturma aracı olarak görsel medyayı ve medyadaki işbirlikçilerin korkunç paralar harcayarak hazırladıkları zırva dizileri ve futbol geyiklerini sürüyorlar önümüze.
İş bizde bitiyor. Ah ne olurdu şu futbol maçlarına bu denli meraklı olmasaydı bu millet. Ama öyle bir imaj yaratılıyor ki dizilerle, filmlerle, hani erkek olmanın şartı bir takım tutmak ve maç izlemekmiş gibi işleniyor, hatta dayatılıyor taa küçüklüğümüzden beri bilinçlerimize. Erkek adam dediğin takım tutar, takımını ölesiye destekler, başka boş işlerle uğraşmaz.
Kadın dediğin de yemeğini yaptıktan, çocuklarını okula, kocasını da işe gönderdikten sonra dizilerini izler. Hayatını diziler doldurmalıdır; komşular bir araya toplandığında da dizi kritikleri yapmakla geçmelidir zaman.
İşte bizlere biçilen rol budur emperyalizm tarafından. 21. Yüzyılda değişen sadece, ortalama bir insanın düşünmesini, çevresiyle ilgilenmesini engellemek için yüzyıllardır uygulanagelen yöntemin kullandığı araçlardır.
Uğur GÖRGÜLÜ
12 Ocak 2012 – Antalya
Dizilerde, genelde zengin kız fakir erkek ya da zengin erkek fakir kız klişesi işleniyor. Özellikle zenginler holding sahipleri kötü gösteriliyor. Saplantılı aşklar, kadına çocuğa şiddet bolca işleniyor. İnsanlar ya çok iyi ve dürüst, ya çok kötü ve üç kağıtçı gösteriliyor. Fakir insanlar hep iyi ve mutlu oluyor nedense. Dizi karekterleri apolitik, ya da yayınlandıkları kanala göre yalanyanlış politik mesajlar verebiliyor. Yani bir hayal dünyası. Aslında Allahtan insanlar tek kanala mahkum değil. Seçenek çok. Ayrıca büyük kanalların sürekliliği olan dizilere bu kadar para yatırmasının sebebi de, izleyiciyi diğer kanallara kaptırmamak. Sürekli diziler bağımlılık yapıyor. Ayrıca diziler çok para getiren bir sektör. Çok kişi ekmek yiyor. İstihdam sağlıyor. Bir de olaya bu olumlu yönünden bakılmalı. Tiyatrocular, oyuncular diziler sayesinde para kazandılar.