DSC_0373Aslında alıcı gözle çevremize baktığımızda, insanoğlunun yaşamını kolaylaştırmak için kullandığı, icat ettiği, keşfettiği hemen her şeyin dünyanın kurulduğu ilk zaman diliminde de aynen var olduğunu görürüz. Tek bir farkla, hammadde halinde…

Yüce Yaradan, sevgisinden yarattığı insanoğlunun tekâmül etmesi için onun hayrına, Dünya’nın hemen her köşesine büyük bir bilgi ürünü olan ve insanoğlunun keşfetmesini istediği milyarlarca sır gizlemiştir.

Bugün ulaşımımızı kolaylıkla temin eden otomobiller, uçaklar, trenler, sıcak havalarda serinlememizi sağlayan klimalar, televizyon, radyo, cep telefonları,bilgisayarlar….v.b daha nice alet, araç, aygıt ve bunları meydana getiren maddelerin, yararlanılan fizik veya kimya kurallarının aslında Dünyamızın ilk zamanlarında da var olduğu, yüce Yaradan’ın tüm bu bilgileri bir gün insanoğlunun keşfetmesi ve insanlığın hayrına, yararına kullanması için var ettiğini düşünmek, O’nun ne müthiş bir âlim ve sanatçı olduğunu bana her gün hatırlatıyor.

İnsanoğlu zaman içinde düşünce yapısını geliştirdikçe, bilimsel anlamda tekâmül ettikçe tüm bu sırları “sadece” keşfediyor. Yani onlar zaten oralarda bir yerlerde varlar ve insanın bir gün gelip kendilerini bulmalarını beklemekteler…

Yüce Yaradan’ımızın serpiştirdiği daha nice sır doğanın kim bilir hangi köşesinde hâlâ keşfedilmeyi beklemekte…

Bilimle dinsel öğretileri ilk çağlardan beri birbirine rakip gösteren felsefeyi hiçbir zaman anlayamamışımdır. Bilimin yaptığı sadece, O yüce sanatçının, O eşsiz bilginin insanlık yararına var ettiklerini yine Allah’ın verdiği akıl ve zekâ vasıtasıyla keşfetmekten ibarettir.

Dinsel öğeleri korkulacak ve ulaşılması zor birer doğa üstü kutsallar olarak gören, Allah’ın gönderdiği elçileri adeta mitolojik kahramanlar gibi addedip neredeyse onları tanrılaştıran yobaz zihniyet ne derse desin, bilim, aslında tekâmülümüz için Allah’ın bizlere bahşettiği bir vasıtadır.

Bence Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak, O’nun istediği gibi kullar olabilmek için çalışmak, araştırmak, insanlığın hayrına buluşlar yapmak en büyük ibadettir.

Yüce Yaradan’ın insanlığa doğru yolu göstermek için gönderdiği onca kitap ve elçilerin aslında tek bir mesajı vardır: Doğruda, iyilikte olun, hak yemeyin, sürekli olarak çalışın, kendinizi geliştirin, gıybet, iftira gibi kötülüklerden uzak durun…

Yüce Allah’ın zaman zaman gönderdiği kitapları birbirinden bağımsız gibi kabul edip ayrı ayrı dinler oluşturmak bence çok yersizdir. Allah, yarattığı kullarının tekâmül seviyesine göre basitten kompleks bir yapıya doğru geliştirdiği, içlerinde insanlığın ders alması gereken bir çok olayın anlatıldığı, öğütlerin verildiği kitaplar ve onları tebliğ eden binlerce nebi, resul, peygamber yollamıştır.

Sanılmasın ki yüce Yaradan 7. yüzyıldan sonra insanlıkla tüm irtibatını kesmiştir!…Hayır, asla!

Tevrat’ın gönderildiği zaman, insanoğlunu henüz ilkokula yeni başlamış bir çocuk gibi görürsek, İncil ortaokul, Kur’an da lise çağındaki bir insanın tekâmül seviyesine uygun bilgi ve öğütleri içeren kitaplar olarak düşünülmelidir. Yukarıda da bahsettiğim gibi tüm kitapların ana felsefî yapısı, insanlara öğütlediği, yapmalarını istediği şeyler hemen hemen aynıdır. Bu nedenle bu kitapları birbirinden ayrı düşünmek hatalı bir yaklaşım olacaktır.

Bunun yanı sıra Allah katından görevlendirilmiş binlerce nebi, resul, elçi ve peygamber de insanlığın hayra, doğruya yönelmesi için çaba harcamıştır. Ve inanınız hâlâ da harcamaktadır…

Aslında kapsamlı düşünürsek bilim ve din birbirine rakip değil tam tersine birbirini bütünler bir yapıdadır. Çünkü her ikisinin kaynağı da Tanrısal bilgi pınarlarından gelmektedir. Ve bilimsel her buluş, Tanrı’nın ne kadar yüce ve eşsiz bir bilgin olduğunu kanıtlayan yeni bir belgedir.

Daha üniversite yıllarımda, 7. yüzyıldaki insanın bilinç düzeyine göre gönderilmiş, ancak dikkatle incelendiğinde birçok evrensel bilgiyi de içeren Kur’an’a takılıp kalmanın, yüce Yaradan’ın Kur’an’dan sonra artık insanoğluyla irtibatını kestiğine, yeni hiçbir bilgi göndermediğine inanmanın, O’na yapılacak en büyük haksızlık olduğuna inanmaktaydım. Hâlâ da öyle düşünüyorum ve şimdi görüyorum ki yüce Yaradan, çok uzun zamandır, uzay çağına ulaşmış insanoğluna o eşsiz bilgi pınarlarından, birçok bedensiz görevli varlıklar vasıtasıyla gürül gürül bilgi aktarmakta…

Çok ilginçtir, Dünya’nın apayrı köşelerinde, bedensiz dünya üstü varlıklarla irtibat halindeki birbirinden haberi bile olmayan bazı gruplara gelen bilgiler, şaşırtıcı benzerlikler taşımaktadır.

Tüm bu gruplara gelen bilgiler özet olarak şunu söylemektedir:

Sunay Akın

Sunay Akın

Doğruda, iyide olun. Çalışın ve bilgilenin ve en önemlisi sevin. Çünkü paylaştıkça artan tek şey sevgidir…

Üstün insan olmak için gayret sarfedin, bu, 5 basamaklı bir merdivendir: Doğruluk, iyilik, çalışmak, bilgi ve sevgi…

Dünya yaşamlarımızda tekâmül etmek, hatalarımızdan, zaaflarımızdan arınmak için yüce Yaradan bize bir armağan vermiştir: Ölüm ve yeniden küçücük bir bebek olarak bedenlenmek. Bu süreyi çok iyi kullanıp, Dünya yaşamını tamamlamak ve insanüstü parlayan bir varlık olmak bizim elimizdedir. O zaman bizler de yönetici, görevli varlıklar olarak, O’nun emirleri doğrultusunda O’nun yarattığı milyarlarca evrendeki milyarlarca canlıya yardımcı olabileceğiz.

Aslında, iyi, doğru insan olun, yalan söylemeyin, gıybet, iftira gibi kötülüklerden kaçının, hak yemeyin, çalışın, bilgide sınır tanımayın ve her şeyi sevin ve yarattıkları için O’na her gün şükredin, hamdedin demek yazarken çok kolaydır da gelin görün ki uygulaması son derece zor kavramlardır. Başkalarına iyilik yap, her zaman doğruyu söyle demek çok kolaydır, ya da her canlıyı sev, elindeki her şeyi paylaş demek…

Ne zaman ki “Önce sen” diyebilecek seviyeye geleceğiz, ne zaman ki, artık eskimiş, kullanmadığız giysilerimizi değil de en sevdiklerimizi gönül rahatlığı ile vermenin gerçek iyilik yapmak olduğunu idrak edebileceğiz, işte o zaman çok yol kat etmiş olacağız…

İnsan eliyle bozulmuş, yozlaştırılmış ve bir kısım “din baronları”nın ekmek kapısı haline gelmiş dogmalara hâlâ din diye sarılmak yerine eğer gerçekten Allah yolunda bir şeyler yapmak ve “Niçin Bu Dünya’da Yaşıyoruz?” sorusuna gerçek bir yanıt bulmak istiyorsanız, size tek tavsiyem, yüce Yaradan’ın bizlere bahşettiği akıl ve zekânızı daha çok kullanmak, düşünmek ve şartlanmışlıklardan kendinizi bir an önce sıyırmanız olacaktır.

 

Uğur GÖRGÜLÜ

10 Ekim 2009 – Samsun