Osmanlı Devleti klasik dönemde her alanda olduğu gibi bilim ve teknoloji alanında da çağdaşı olan Avrupalı devletlerden daha üstündü. Ancak bu üstünlüğü 17. yy.’a kadar devam etmiştir. Avrupa 15. ve 16. yüzyıllarda önce İtalya’da başlayan Rönesans ve sonrasında Katolik kilisesinin gücünü zayıflatan Reform hareketleriyle eğitimi laikleştirip, özgür düşünmenin, bilim ve teknolojik gelişmelerin önünü açarken Osmanlı tam tersine dini, yönetimin her alanına yaymış, ülke neredeyse Şeyh-ül İslâm fetvalarıyla yönetilir hâle gelmişti.
Ülkelerin gelişme olgusuna tarihsel bir perspektif içinde bakıldığında, 17. Yüzyılda ülkeler arasında derin bir gelişmişlik farkının olmadığı görülecektir. Dünya’nın bundan 3-4 asır önce değişik coğrafyalarında yer alan Çin, Hindistan, Avrupa veya Ortadoğu ülkeleri, hemen hemen birbirine benzer hayat standartlarına sahiptiler. Ancak 15 ve 17’inci yüzyıllar arasında gelişen bilimsel ve 18. asırda başlayan endüstriyel devrim bu coğrafyalarda yaşayan ülkeler arasında yaşam standardını önemli ölçüde değiştirmiştir. Bilimsel ve endüstriyel devrimin mantığını kavrayan ve yaşama geçiren ülkelerde, milli gelir sürekli senede % 1 artarken, bu mantıktan uzak kalan ülkeler durgunluk içinde kalmışlardır. Bu iki farklı sosyal olgu ülkeler arasında refahın dağılımında farklılıklar oluşturmuştur. Bilim ve teknolojinin toplum yaşamındaki önemini kavrayan ülkeler hızla zenginleşirken, diğerleri hızla fakirleşmiştir.
13’üncü yüzyıldan itibaren karanlık Ortaçağ Avrupa’sında fikir hareketleri Paris, Padua gibi belli bölgelerde bir takım ışıklar yakarken, büyük Osmanlı imparatorluğu yanan bu ışıklara yüz çevirmiştir. Gutenberg matbaayı keşfetmiş İncil her dilde basılmaya başlanmış, ancak Osmanlılarda egemen olan din adamları, Kur’an basılınca kitap olma özelliğini kayıp edeceği gerekçesi ile matbaaya karşı çıkmışlardır. Böylece önemli bilim öğretme yayma aracı matbaa ile Osmanlılılar 200 yıllık bir gecikme ile tanışmışlardır. Copernicus’un evren modeli Katolik Avrupa’da fırtınalar estirmiş, Galileo kilise mahkemelerinde yargılanmış, Burdana suçlu bulunarak yakılmış, Osmanlı ise Batıda olup bitenle hiç ilgilenmemiştir.
Barbaros 1538 de düşman Hıristiyan donanmalarını Preveze’de yenilgiye uğratmış, 5 sene sonra Katolik kilisenin büyük tepkisini üzerine çeken Copernicus modeli ortaya atılmış, ancak Osmanlılarda bir çağrışım yapamamıştır. Osmanlı toplumu ne bilimsel ne de endüstriyel devrimi gerçekleştiren aktörler arasında, büyük siyasi gücüne rağmen, yer alamamış ve gelişme mantığını kavrayamamıştır. Dünya doğal kaynaklarının çok ciddi bir bölümünü kendi coğrafyasında barındıran bu büyük imparatorluğun temel yıkılış nedeni budur.
Bu konuda Osmanlı Tarihi adlı 11 ciltlik eseri ile tanınan İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın tespitleri şöyledir:
“On altıncı asır sonları ile on yedinci asırda Osmanlılarda müspet bilimlere dair eserler parmakla gösterilecek kadar az olduğu halde buna mukabil garp âleminde eski skolastik eserlerin ve eski zihniyetin yerine fikir ve ilim âleminde yeni görüşler ve inkılâplar yapılarak bilhassa on yedinci yüzyıldan itibaren yeni ilmi metot ve keşifleri ile kıymetli eserler vücuda gelmeye başlanmıştı.” (Osmanlı tarihi cilt-II kısım-3 sayfa 518, Türk Tarih kurumu yayınları)
Yıllar geçtikçe Avrupa bilim alanında ilerlemiş, Columb iki elektrik yükünün birbirini çektiği veya ittiğini bulmuş, Newton kütle-çekim kanununu ve diferansiyel entegral hesabı keşfetmiş, Osmanlı ulaması fıkıh ve kelâmın dışında bilim tanımadığı için uygarlığın temelini atan bu keşiflere ilgisiz kalmıştır. İmparatorluk cephelerde Avrupalı güçlere yenilmeye başladığında durumun önemi kavranmış ve çeşitli yenileşme hareketleri başlatılmıştır. Ancak tüm yenileşme hareketlerinin ana teması olan bilimsel düşünebilme olgusu topluma yerleştirilememiştir. Tanzimat da dâhil tüm batılılaşma hareketleri batının sosyal yaşamını taklit etmekten öte gidememiştir.
Bu tarihsel gelişimler günümüz Türkiye’sinin önünde ciddi bir problem olarak durmaktadır.1933 üniversite Reformu ile bilimi toplumsal kişiliğimizin bir parçası haline getirme çabalarımız, maalesef siyasi spektrumun her renginde anlaşılamamış ve yeterince destek görmemiştir. Bilim insanlarını uluslararası kalitelerine göre değil, siyasal eğilimlerine göre değerlendiren siyasetçilerdir. Son 50-60 senedir ülkemizdeki siyaset, bilimin yerini ülke gelişmesi ve demokrasi ile olan ilişkilerini kavrayamamıştır. Sadece iktidar olmayı amaçlamışlardır. 21’inci yüzyılda bir ülkenin bağımsızlığını ve siyasi bütünlüğünü koruyabilmesi sahip olduğu bilim adamları ve onların kalitesi ile orantılı olacaktır. Bilgi üretmeyen toplumların yaşama şansları her geçen gün azalmaktadır. Bilim anlayışı başörtüsü ve imam-hatip liseleri mezunlarının üniversiteye girememeleri gibi lokal problemlere indirgenemeyecek kadar önemlidir.
Osmanlı imparatorluğu bilimsel düşünceye yabancılık çektiği için parçalanmıştır. Başka hiçbir neden dünyanın bu en güçlü imparatorluğunu parçalayacak momentuma sahip olamaz. Umarız benzer felaketler Türkiye Cumhuriyetinin başına gelmez.
Kaynak : Prof. Dr. Cengiz YALÇIN – Bilim Özürlü Osmanlı İmparatorluğu
Derleyen: Uğur GÖRGÜLÜ
20 Kasım 2015 – Zugdidi (Gürcistan)