nabuko_mosesYüce Yaradan insanoğlunu doğru yola sokmak için Dünya yaratıldığından beri elinden ne gelirse yapmış ama gel gör ki nankörlükte, sahtekârlıkta, ikiyüzlülükte sınır tanımayan şu âdemoğlu,  ayağına kadar gelen Tanrısal rahmeti hep elinin tersiyle itmiş…

Düşünün, sayısı yüz binleri bulan peygamber, resul, nebi göndermiş Tanrı yeryüzüne. İnsanoğluna, eşsiz bilgi pınarlarından süzülüp gelen ve doğru yaşam bilgilerini, hayatın anlamını anlatan harika 4 bilgi kitabı yollamış. Ve yüce Allah, insanoğlundan umudunu kesmemiş olacak ki, birçok görevli bedensiz varlık vasıtasıyla Dünya’nın farklı bölgelerinde onlara doğru yaşam bilgilerini inatla, ısrarla aktarmaya çalışmakta hâlâ…

Bunca çabaya rağmen Dünya, yine de insanların güç ve para hırsıyla birbirini boğazladığı, doğanın, tabii kaynakların, ormanların alabildiğine tahrip edildiği, hayvanların acımasızca katledildiği ve işin en ilginç yanı da, Allah adına hareket eden bir kısım dindar(?!) insanın başka dinlerdeki, başka mezheplerdeki insanları korkunç bir şekilde öldürdüğü kanlı, acı ve ızdırap dolu bir yer halinde…

Hata Tanrı’da mı, yoksa insanoğlunda mı?

………………………

Yaygın bir kanı, tüm kutsal kitapların insanoğlunun kendi çıkarları doğrultusunda tahrif edildiği yönündedir ve bunun en önde gelen nedeni toplumda ayrıcalıklı bir “kast” oluşturan ruhban sınıfının dinlerinde tekel oluşturabilme çabasıdır. Bunun için de mensubu olduğu dini öylesine çetrefilli, öylesine içinden çıkılmaz bir hâle getirirler ki, sıradan insanlar üretilen bu zorlama dinsel ritüelleri, kuralları öğrenebilmek için ruhban sınıfına muhtaç kalırlar.

Herkesi, dini sıradan insanların anlayamayacağı, gerçek dini öğrenmek isteyenlerin ruhban sınıfına başvurması gerektiği düşüncesine inandırırlar ve işlerine gelmeyen Tanrısal bilgileri, yalın gerçekleri işte bu yarattıkları sahte saygınlığın altına sığınarak alçakça tahrif ederler, çarpıtır ya da insanoğlundan saklarlar.

Ne kadar da güdük ve bencilce bir düşünce tarzı! İnsanoğlunun egosunu dinlerine bile yansıtması, onun ne kadar da hırslarına ve tutkularına esir düştüğünü göstermiyor mu?

Kimse kabul edemiyor AMA TANRISAL ÖĞRETİ TEKTİR!

Yüce Yaradan, peygamberler aracılığıyla vahyettiği bilgileri insanoğlunun tekâmül seviyesine göre -basitten daha gelişmişe doğru- göndermiştir. İnsanoğlunun doğru yolu bulması için ilahî kaynaklardan gelen bilgileri özümseyerek hayatına uygulamak yerine adları farklı bir sürü din, sahte kutsallar, görkemli mabetler ve ayrıcalıklı ruhban sınıfları icat etmesi Tanrı’nın amaçladığı hedef olmasa gerek!

Adına ne derseniz deyin tek bir din vardır: TANRI’NIN DİNİ!

Diğerleri insanoğlunun uydurmalarıdır. Bilgi kitapları, insanoğlu tahrif ettikçe ondan umudunu kesmeyen Tanrı tarafından ısrarla yeniden gönderilmiştir. O NEDENLE ALLAH’A İMAN EDEN BİR İNSAN İÇİN 4 KİTAP DA KUTSALDIR VE BİRBİRİNİN DEVAMI, TAMAMLAYICISIDIR.

Yani hata, doğruyu bulma yolunda insanoğlunu özgür bırakan Tanrı’da değildir elbet…

……………………………….

Tanrısal bilgi kaynakları Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an hakkında bir araştırma yaptığınızda göreceğiniz ilk gerçek, insanoğlunun her zaman, kendi oluşturduğu dinin diğerlerinden daha üstün olduğunu ispatlama çabası içinde olduğudur.

Tevrat’a inananlar İncil’i ve Kur’an’ı yok sayar, İsevîler Tevrat’a Eski Ahit der, zira İncil onlar için Yeni Ahit’tir. Ancak bu durum Musevilerce kabul edilmez. Müslümanlar içinse diğer dinlere inananlar kâfirdir ve Cehennem’de yanacaktır.

Yahudiliğin kutsal kitabı Tevrat’ın orijinali ortada yoktur ve tahrif edilmiştir, yani insanlar tarafından bozulmuştur. Yahudiler Tevrat’ın gerçek yorumunu ancak Hahamların bildiğine ve sıradan insanın bunu anlayıp çözemeyeceğine inanırlar. Yaşantılarını Yahudi Şeriat kitabı “HALAKHA” ya göre düzenlemeye çalışırlar.

Halakha’nın en önemli kaynağı ise TALMUD adı verilen çok ciltli bir kitaptır.  Bazı Hahamlar yani insanlar tarafından yazılmış olan bu şeriat kitabını gündelik yaşantılarında Tevrat’ın da önünde tutarlar.   image001small Hıristiyanlık dinini pagan dogmaları temelinde yeniden şekillendiren Aziz Pavlus’tur. Milâdî 5-67 yılları arasında yaşayan Yahudi asıllı Pavlus, Hıristiyanlığı esas kaynağından yani tevhid çizgisinden çıkararak, teslis (kutsal üçleme: Baba, oğul ve kutsal ruh)  temeline oturtmuş, kiliseler kurmuş ve Hıristiyanlığı teşkilâtlandırmış kişidir. Bugünkü tahrif edilmiş Hıristiyanlık onun ürünüdür.

 Aziz Pavlus

Aziz Pavlus

Pavlus, Hz. Musa’nın yasa ve yasaklarını yürürlükten kaldırmış ve yeni bir anlayış geliştirmiştir. Mektupları, Kitab-ı Mukaddes’ten sayılmış, İnciller seviyesinde görülmüştür.  Hz. İsa’nın peygamber değil, Tanrı’nın oğlu ve Tanrı olduğunu Hıristiyanlara kabul ettirmiştir. pavlus-agrippa Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil ise Hz. İsa’dan sonra tahrif edilmiş ve Allah’ın kelâmı, papazların şahsi düşüncelerine göre değiştirilmiştir. Her önüne gelenin yeni bir İncil yazdığı bu dönemde sayısı yüzleri bulan ve birbirinden farklı olan İncillere, her geçen gün bir yenisi katılmaktadır.

Bu dönemi sonlandırmak için de İznik’te 325 yılında bir Konsül toplanır. Konsül 300 kadar İncil içinden dört adedini resmî kilise İncil’i olarak kabul eder: Matta, Markos, Luka, Yuhannâ İncilleri. Konsül ayrıca İsa Mesih’in de bir Tanrı olduğunu ve teslis inancını karar altına alır ve Pavlus dogması tescil edilir. Yani bugünkü Hıristiyan inancının temelini atar.

İznik Konsülü Kararları

İznik Konsülü Kararları

Muaviye ile başlayan dönemde Emeviler, halife Hz. Ali’ya biat etmeyerek ikilik çıkarmışlardı. Sıffin Savaşı sonunda hakem oyunlarıyla halifeliği ele geçiren Muaviye peygamber soyundan gelenlere müthiş zulümlerde bulunuyordu. Muaviye’den sonra da halifelik makamı babadan oğla geçerek saltanatın aracı haline geldi. arab-marketEmevîler saltanatlarını sürdürebilmek için hile, ayak oyunu ve zulmü  adeta kendilerinin doğal hakları sayarken, bir yandan da Peygamber’in öğretilerini alenen tahrif ettiler. İslâm’ın içerdiği doğru yaşam bilgilerinin uygulanması yerine halkın Tanrısal rahmetten yararlanmasını engellemek, onu cahil bırakarak güdülecek bir koyun sürüsü halinde boyunduruğu altında tutabilmek için şeklî ibadetleri, Sayın Yaşar Nuri Öztürk’ün tabiriyle, Çin işkencesine çevirdiler. İslâm’ın gerçek içeriğini unutturup, dini sadece abartılmış, uzatılmış namazlar, dualar, tilâvetler, oruçlar manzumesi haline getirdiler.

Allah’ın resulü sağlığında hadis yazılmasını kesinlikle yasaklamıştı. Ancak bu açık emre uymayan Emevîler, Kur’an hükümlerini işlerine geldiği gibi tahrif edebilmek için binlerce hadis uydurdular. Daha sonraki dönemlerde Emevî ekolünün temsilcileri aslı astarı olmayan, hiçbiri Kur’an’dan referans almayan bir sürü kutsal gün (Kandiller, 3 Aylar, Kutlu Doğum Haftası… vs) icat ettiler. Allah’ın resulünün bilgiye, sevgiye, çalışmaya, doğruluğa dayanan öğretisini unutturup, yerine bambaşka bir din yarattılar.

İslâm’ın kesinlikle yasakladığı kadınları ikinci sınıf vatandaş yapmaktan, ensest ilişkiye, ufacık kızlarla ilişkiye girmekten, yüzlerce kadından müteşekkil haremler kurmaya, rüşvet yemekten, ölü kadınlarla sevişmeye, yalandan riyâya kadar ne kadar pislik, iğrençlik varsa cümlesini, yarattıkları “DİN”den bir referans uydurup adeta akladılar. Hırsızlıklarını, açgözlülüklerini gizlemek için birbirinden ihtişamlı camiler yaptırdılar. Sanki ne kadar muhteşem büyüklükte cami inşa ederlerse, Allah da o kadar çok günahlarını affedecekmiş gibi… Y74IrH4Müslümanlar Allah’ın kelâmının tek bir harfinin bile değiştirilmediğini, Kur’an’ın orijinalliğini koruduğunu, oysa Tevrat ve İncil’in tahrif edildiğini söyleyerek öğünürler. Oysa, eğer Kur’an tahrif edilmediyse Müslümanlar çok daha büyük bir vebal altındadırlar, zira tahrif edilmiş kitaplara göre yaşayan toplumlarda Allah emirlerinin hayata geçirilişi, İslâm topluluklarından çok daha fazladır ve bu da adları “Müslüman” olan devletlerin İslâm’dan ve takvadan ne denli uzakta olduklarının en büyük göstergesidir. Bugün İslâm deyince cahiliye dönemi Arapları bile gölgede bırakacak denli gerici yobazların, “Allah-u Ekber” nidalarıyla kafa kesmeleri, ciğer yemeleri, soğukkanlılıkla işledikleri cinayetler akla geliyorsa, İslâm coğrafyası kanla, kafa kesmekle, recmle, kadınlara yapılan zulümlerle, cinsel sapıklıklarla anılıyorsa işte bu, duvara asıp askıya aldıkları Kur’an’ın içeriği ile ilgilenmeyen Emevî sapkınlığının eseridir.

………………………….

Yani Talmud Museviliği, Pavlus Hıristiyanlığı ve Emevî Müslümanlığı aslında temel yapıları itibariyle birbirinden hiç de farklı olmayan 3 üvey kardeş gibidir. Üçü de gerçekleri bir kenara iten ve yerine kendi oluşturdukları kuralları koyan insanoğlunun eseridir. İnsan eliyle oluşturulan ve ruhban tasallutu için akla hayale gelmeyen ceberrut uygulamaları din diye dayatan bu üçlünün bir ortak yanı da icat ettikleri dinlerin siyasete âlet edilmesidir.

Örneğin Talmud’un pek çok bölümünde Tevrat’ın hak dinine uygun hükümleri göz ardı edilerek, kibirli ve katı bir tutuculuk emredilir. Allah’ın öngördüğü ahlâk kuralları ile bağdaşmayan saldırgan, bencil ve ırkçı bir Yahudilik telkin edilir. Siyonist ideolojinin temel ilkeleri Talmud’dadır.

Özellikle 17. Yüzyıldaki Reform hareketleri ile Katolik kilisesinin eski itibarını ve gücünü yitirmesine ve eğitim sisteminin laikleştirilmesine rağmen bugün hâlâ kilisenin siyasal otorite üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Avrupa Birliği gibi topluluklar aslında beşeri ve siyasal güçlerini bir araya getirmiş Hıristiyan birlikleridir.

10343659_256369224563970_1570348620749160880_nBu 3 kardeş içinde siyasete âlet edilme yüzdesi en fazla olan din İslâm’dır. Arap âdetleri temelinde vücut bulan Vahhabilik, Emevî İslâm’ı ile Arap örfünün harmanlaması ile ortaya çıkmış cahiliye dönemi Arabistan’ını bile mumla aratacak gerilikte bir mezheptir ve bugün birçok İslâm ülkesi bu sapkın mezhebin tahakkümünde,  en zifir irticanın tasallutunda inlemektedir.

İran, Arabistan, Afganistan, Malezya gibi ülkelerde yönetimdeki karayobazların hareket noktası her zaman katı şeriat kurallarını içeren siyasal Vahhabizm olmuştur.

VE BUNLARIN HİÇBİRİNİN TANRI’NIN İLAHÎ KİTAPLARINDA ANLATTIĞI DOĞRU YAŞAM BİLGİLERİYLE UZAKTAN YAKINDAN İLGİSİ YOKTUR!

………………………………..

Siyasal dinciler Tanrısal bilgi kaynaklarını ellerinin tersiyle bir kenara ittiler. Yarattıkları dinleri de yüzlerce mezhebe bölerek yüzlerce güç alanı oluşturdular. İlk iş olarak kadınları tahakküm altına aldılar. Çocuğu doğuran ve okul çağına kadar her şeyi öğreten kadındı ve eğer kadın dinlerin istediği kılıfa girerse, toplumlar da dinlerin tasallutuna rahatlıkla girebilirdi…

Girdi de…

Tevrat sonrası, Talmudik dönemlerde kadının statüsünde Tevrat dönemine nazaran bazı gelişmeler olmasına karşın yine de kadın, erkekle eşit olmaktan pek uzaktı. Birinci yüzyıl tarihçisi Jozefus, “Apion’a Karşı” adlı eserinde şöyle der: “Kadın, dine göre her şeyde erkekten alçak bir konumdadır. Bu onun alçaltılması değil, yönetilmesi içindir. Çünkü Tanrı otoriteyi erkeğe vermiştir. Maimonides’e göre, bir kadın hiçbir cemaat mevkiine tayin edilemezdi” (Yad, Melahim,1:16). Talmudik zamanlarda her ne kadar bazı Mişna otoriteleri, bir erkeğin kızına Tora öğretmek zorunluluğunu taşıdığını savunmuşlarsa da, genelde kadınlar ‘fazla ciddi olmayan, dedikoducu ve öğrenme kapasitesi düşük olarak’ tanımlanmışlardır. Talmud, büyücülüğün özellikle kadınlar arasında yaygın olduğunu belirtir ve Simeon Ben Şeta’ın aynı günde 80 cadının idam edilmesine ilişkin emriyle ilgili öyküye yer verir (Sanhednin, 6,4).Talmud, ayrıca kadın sesinin erkekte cinsel ilgi uyandırabileceğini ve duasına yoğunlaşma güçlüğü çekebileceğini belirtir. Bu açıdan Yahudi dini yasaları, kadının dini ayinlere iştirak etmesine karşı kesin bir tavır almıştır.

Ne kadar tanıdık değil mi?

Aziz Pavlus’a göre erkek kadın için değil kadın erkek için yaratılmıştır ve bu sebeple kadınlar Rabbe bağlı olduğu gibi kocalarına bağlı olmalıdır. Çünkü Mesîh nasıl kilisenin başı ise erkek de kadının başıdır (Efesoslular’a, 5/22-24). Pavlus kadına, çözülmez bir bağla bağlandığı kocasına itaati tavsiye ederken (Korintoslular’a Birinci Mektup, 7/2-4; 10-11; Efesoslular’a, 5/22) bir yandan da kadınların kilise toplantılarına katılabileceklerini, ancak söze karışmamalarını, çünkü kadın erkeğe bağımlı olduğu için öğrenmek istediklerini evde kocalarından sorabileceklerini, kadınların başlarını örtmelerinin zorunlu olduğunu ve yalnız bu şekilde kilisede dua edebileceklerini (Korintoslular’a Birinci Mektup, 11/5-6, 9-10; 14/34-35) belirtmekte, kadınların gösterişsiz giyinmelerini, utanılmayacak biçimde ve akıllıca süslenmelerini öğütlemektedir (Timeteos’a Birinci Mektup, 2/9). 407px-Hendrick_van_balen_Holy_trinity Hele Pavlus Hıristiyanlığı sizce de bize daha yakın durmuyor mu?

Çok tanıdık söylemler değil mi?

Çok tanıdık söylemler değil mi?

Hiç kuşkusuz, siyasal İslâmcıların kadına bakış açısı Talmud Yahudiliği ve Pavlus Hıristiyanlığı ile tam paralellik arz eder. Tarih boyunca din istismarcıları -Tanrısal öğretiler bunun tam aksini öğütlemesine rağmen- kendi kişisel ikballeri önündeki en büyük engel olarak gördükleri kadınların, sindirilmesi ve cahil bırakılması için ellerinden ne gelirse yapmışlardır.

Ne acıdır ki, kadınların ikinci sınıf vatandaş düzeyine indirilmesi, aşağılanması tüm “Semavi Dinlerin(?!)” ortak paydasındadır. Kur’an’daki Nur suresini bahane ederek kadınların tesettür denilen bir cenderenin içine sokulması, erkek üstünlüğünün, erkek egemen toplumlarda kadını ikinci sınıf haline getirmenin bir aracı olarak yıllardır kullanılagelmektedir. Sıkmabaş küçük farklılıklarla her üç dinde de mevcuttur ve siyasal İslâmcıların tesettür denilen garabeti dinin tek şartı konumuna getirmelerinin altında yatan amaç da İslâmi hassasiyetler değil, Pavlus Hıristiyanlığını Müslüman toplumlarda egemen kılma çabasıdır. 10172794_10152099886101173_9170032613787732304_nÇÜNKÜ BUGÜN BİZLERE DAYATILDIĞI ŞEKLİYLE DİN DİYE BİR ŞEY YOKTUR. DİNLERİ DE, RUHBAN SINIFLARINI DA İNSANLAR OLUŞTURMUŞLARDIR. VE İNSANLIK KENDİ ELİYLE YARATTIĞI “DİN” CANAVARININ VE RUHBAN SINIFI TASALLUTUNUN ALTINDA NE ACIDIR Kİ, TANRISAL ÖĞRETİLERİN GERÇEK RAHMETİNDEN MAHRUM KALMAKTADIR.

DİNLER ARASI DİALOG, RUHBAN SINIFININ VE DİNİ SİYASETE ÂLET EDEN POLİTİKACILARIN KAZANÇ ALANLARINI GENİŞLETME VE GÜÇ BİRLİĞİ SAĞLAYARAK ÇOK DAHA KUDRETLİ BİR HALE GELME İSTEĞİNİN TEZAHÜRÜDÜR.

TESETTÜR, TÜRBAN, SIKMABAŞ RUHBAN SINIFININ KADINLARI TAHAKKÜM ALTINA ALMA VE CAHİLLEŞTİRME İSTEKLERİNİN BİR ARACIDIR. ASLA HİÇBİR KUTSAL KİTAPTAN REFERANS ALAMAZ!

DİN DİYE YÜZYILLARDIR DAYATILAN “ŞEYLER” ASLINDA YENİ DÜNYA PLÂNINDA İNSANLARI TEKTİPLEŞTİRMENİN, UYUŞTURMANIN, CAHİLLEŞTİRMENİN ve BÖYLECE GÜDÜLECEK KOYUN SÜRÜLERİ OLUŞTURMANIN EN ETKİLİ ARGÜMANIDIR.

Kurtuluş, Tanrısal öğretileri bir bütün olarak ele alıp, dinsel dogmaların tasallutundan, ruhban sınıfı tahakkümünden sıyrılmak ve düşünce gücümüzü özgür bırakmaktadır.

 

Uğur GÖRGÜLÜ

4 Haziran 2014 – Ceyhan