Yıl 2000, Ankara’da ASKİ’nin bir altyapı projesinde Proje Müdürüyüm. Bir Mastır Plan Projesi, Ankara’nın 25 yıllık bir projeksiyonla 2025 yılı için şehrin büyüme gelişme istikametlerine göre su ve atıksu sistemlerinde yapılması gereken iyileştirilmeler, geliştirmeler, eklemelerle ilgili bir tasarım yapıyoruz. Konusunda uzman birçok akademisyenle birlikte çalışıyorum ve oldukça kalabalık bir çalışma grubum var.
Bağlı olduğum müşavirlik firması Ankara’da aynı anda 3 farklı konuda proje yürütmekte ve hepsinin Merkez ofisleri aynı binada. Dolayısıyla 3 proje müdürü iyi arkadaşız ve aynı evde kalıyoruz. Ancak hiçbirimizde araç yok, dolayısıyla merkezimize ulaşabilmek için taksi tutup üçümüz paylaşıyoruz. Bazen de eğer zamanlar uymazsa belediye otobüsüyle işimize gidiyoruz.
Bu arada size aramızdaki en yaşlı Proje Müdürü olan Ferit Abi’den bahsetmem gerek. Ferit Abimiz tipik bir Gaziantepliydi. O zamanlar 60’larındaydı. Tek tük siyah tele rağmen saçları bembeyazdı. Ancak başında herhangi bir dökülme yoktu. Ten rengi o Gazianteplilere özgü bir esmer renk vardır ya işte o renkteydi. Yüz hatları son derece sevecendi ve mor dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme her zaman olurdu. Hafif kambur duruşu, kocaman elleri ve ağır yürüyüşü ile aslında klasik bir terörle mücadele başkomseri gibiydi…
Genel panorama böyle. Birgün firmamızda daha önceden Proje Müdürlüğü yapmış Trabzonlu bir mühendis diğer projedeki arkadaşlarını ziyarete geldiğinde benle de tanıştı. Benim Trabzon kökenli olduğumu öğrendiğinde doğal olarak bir sempati doğdu aramızda.
– Uğur sizin sözleşmenizde bir araç olması lâzım. Onu kullanabilirsiniz
– Valla sen söylemesen haberim olmayacaktı. Kimse bahsetmedi ki bana?
– E tabi benzin parası, bakımı, sigortası, muayenesi para demek. Demek ki kullanılmasını istemiyorlar.
– Nerede bu araba?
– Şu yan taraftaki PTT’nin otoparkına bırakmıştım ama neredeyse 3 ay oldu çalışmayabilir.
– Peki anahtarı nerede?
– Sanırım başşofördedir.
Bir hışım çıktım ve başşoförden arabanın anahtarını aldım ve bahsedilen otoparka indim; ancak otopark hıncahınç doluydu. Allahtan aracın plakasını da öğrenmiştim.
Yalnız hiç aklıma gelmeyen bir sorunla karşılaştım. Otoparkta görevli olan güvenlik görevlisi ve yanındaki gençten bir kız karşıma dikildi.
– Bir dakika beyefendi ne istemiştiniz?
– Aracımı alacağım.
– Siz PTT’den misiniz?
– Yo değilim ama aracım burada
– Buradan araç çıkışı yapamam beyefendi
– Neden? Bizim firmanın arabasını alacağım
– Sizi tanımıyoruz beyefendi, arabayı alamazsınız.
– Allah Allah, neden kardeşim? Bak anahtar bende
– Olabilir, bizde kayıtlı olan isimler haricinde araçları başkalarına teslim edemiyoruz.
Yavaş yavaş tepem atmaya başlıyordu da, şimdi arabayı hiç alamamak da vardı. O nedenle alttan almaya, ama sesimi de yükseltmeye başlamıştım ki o arada da aracın yanına gelmiştik. Araç beyaz bir torostu. Ben de aracın beyaz toros olduğunu bilmiyordum. Güvenlik görevlileri aracı gördükten sonra irkildiler ve bir anda geri iki adım atıp esas duruş gibi bir pozisyona geçtiler. Ben önce anlayamadım ama saniyesinde durumu kavradım. Polise benzer bir tarafım yoktu ama kimin ne olduğunu kimse bilemezdi. Sanırım bu garibanlar da böyle düşünüyordu. Tabi hiç bozuntuya vermedim.
Ondan sonrası tam bir tiyatro oyunu kıvamındaydı. Uzun boylu ve üniformalı güvenlik görevlisinin yanına yaklaştım ve hafifçe sesimi kısarak:
– Aslanım görevinize böyle sadık olmanızı takdir ediyorum da artık uzatma istersen ha dedim çocuğun yanağını tatlı tatlı okşarken.
Yavrucak neredeyse düşüp bayılacaktı.
– İllâ kimliğimizi açıklamamız mı lâzım?
– Bilemedik abi
– Ben şimdi aracı çalıştırmayı deneyeceğim. Görevden döndüğünden beri saklanması gerekti, sağolun teşekkürler iyi saklamışsınız. Araç uzun zamandır kullanılmadığı için aküsü boşalmış olabilir, gidin bana ara kablo ve çalışan bir araç bulun
– Başüstüne abi…
Ancak bir iki deneme sonrasında araç çalıştı ve ara kabloya filan gerek kalmadı. Ben de bir komutan edasıyla oradan ayrıldım. Uzun boylu olan hâlâ esas duruştaydı.
Neyse, bu olanları ev arkadaşlarıma anlattığımda uzunca bir süre gülüştük. Ama olayın büyüğünü ertesi gün yaşayacağımızı nereden bilebilirdim ki…
Artık aracımız vardı. Her sabah taksi peşinde koşmaktan, ya da belediye otobüslerinde sürünmekten kurtulacaktık.
Ertesi sabah hepimiz neşeyle arabaya doluştuk. Şoförlük görevini Bülent kardeşim üstlendi. O da esmer uzun boylu yağız bir adamdı. Aralarında bir ben tıfıl ve beyaz tenliydim. Arka koltuğa Ferit Abimizi oturttuk. Ön koltuğa da ben kuruldum…
Ankara’nın caddelerinden geçiyoruz, Çankaya, Kızılay, Sıhhiye, inanın tüm trafik polisleri esas duruş sergiliyordu ve Ferit Abi de o her zamanki sempatik tavrı ile elini hafifçe kaldırarak onların selâmını alıyordu. Bu ilgi onun da hoşuna gitmişti besbelli.
Nasreddin Hoca’nın “Ye kürküm ye” misali, herkes bize inanılmaz bir saygı gösteriyordu, hele ki Ferit Abi’ye… Örneğin durup bir marketten bir şey almamız gerektiğinde çoğu bayi, bakkal ya da market sahibi telâşlanıyor, “Abi buyrun bir şey mi vardı?” diye beti benzi atmış şekilde bizi karşılıyordu. Sadece sigara almak istediğimizi söylediğimizde ise derin bir oh çekip, “Abi sigara köpeğiniz olur ya, bu benden olsun” diyen bile çıkıyordu…
Akşam yemeklerinde ise Bülent’le takıldığımızda ise gördüğümüz ilgi ve iltifatın haddi hesabı yoktu…
Projenin tamamında o aracı kullandık. Sonraları herhalde polisler bizim arabanın bir polis arabası olmadığını öğrenmiş olacaklar ki, esas duruş sergilemekten vazgeçtiler…
Ne günlerdi…
Neyse, nereden aklıma geldiyse işte benim de beyaz Toroslarla ilgili böyle bir anım var…
Uğur GÖRGÜLÜ
28 Temmuz 2025 – Khashuri (Gürcistan)