Nanuli, Jemali’nin hediye ettiği Atatürk Portresi altında kitabını okuyor

Sovyet Rusya dönemi denince hep derin bir iç çeker, “O zamanlar herşeyimiz vardı, şimdi ise perişanız” pişmanlığında o eski ve mutlu günlerini anlatırdı Nanuli. Ufak tefek, şişmanca bir kadındı. Ağzında az sayıda diş kaldığından pek gülmezdi. Kocası 50 yaşında kalp krizinden öldüğünde sadece 40 yaşındaymış. Ona koskocaman bir villa ve Moskwich marka bir otomobil bırakmış ama Sovyetler dağılıp da Gürcistan bağımsız bir devlet olduğunda Nanuli beş parasız, gelirsiz ve tek başına kalakalmış.

Sonrası bilindik hikâye, yoksulluk, sıkıntı, parasızlık ve parasızlığın getirdiği felâketler… Bir dönem geçinebilmek için evdeki mobilyaları elden çıkarmış. Hatta üst katı tamamen boşaltıp, geriye kalan birkaç parça eşyayı alt kata taşımış.

Geçim sıkıntısı canına tak edince üst katı kiraya vermeyi düşünmüş. İşte ben de o aralar Zestaponi’de kiralık ev arıyordum. İmereti Bölgesi’ndeki altyapı yatırımlarını yönetecektim. Kader bizi bir araya getirdi. Ev çok güzeldi, ancak bakımsızdı, üst katta eşya yok gibiydi; hatta banyonun yanındaki oda neredeyse çürümeye terkedilmişti.

Nanuli’nin bir yatağı ve oturabileceği bir koltuğu vardı. Alt katta bir odaya soba kurup yatağını ve o tek koltuğunu oraya taşıdı. Ve elinde ne kadar eşya varsa bana verdi, tüplü 51 ekran tek televizyonu dahil..

Ben üst kata taşındıktan sonra bile banyo zamanı hariç doğalgazı hiç kullanmaz, en düşük mum sayısına sahip tek bir ampul ışığında otururdu. Ekonomi yapmak zorundaydı, çünkü boşa harcayacak tek kuruşu yoktu. Bahçedeki ağaçlardan topladığı meyvelerden kendi elleriyle yaptığı meyve sularını, meyve kurularını, yetiştirdiği mis gibi domatesleri, salatalıkları satarak hayatını kazanıyordu.

Akşamları yemeğimi hazırlar, kahvemi verir sonra yan komşusuna televizyon seyretmeye giderdi. Bitişikteki villada büyük bir aile kalıyordu. Çocuklar, gelinler, torunlar, damatlar… Oralarda adet böyleymiş. Hiç yüksünmeden her akşam Nanuli’yi ağırlardı Nargizi, ne de olsa Nanuli’nin ahretliği idi…

Evin tüm temizliği, çamaşırların yıkanması, ütülenmesi de onun sorumluluğundaydı. Her sabah 6.00’da kalkar, Türk usulü kahvaltımı hazırlar ve sonrasında kendi işleriyle uğraşırdı. Ben evi kiraladığımda mutfakta çok eski model bir buzdolabı görmüş ve sormuştum: “Çalışıyor mu bu dolap” . Tercüman çocuğa gözlerini kocaman açarak “Tabi ki çalışıyor, eski olduğuna bakmayın. Rus malıdır, çok iyi soğutur” demişti. “İyi de fişi takılı değil ki”dedim merakla, çocuk dudağında acı bir gülümseme cevap verdi: “Nanuli’nin içine koyacak birşeyi olmamış uzun zamandır”…

 

Salondaki yegâne eşya: Piyano ve Nanuli’nin kocasının resmi

Boş salonda eski bir piyano vardı. Sovyet Rusya mecbur tutuyormuş, o zamanlar her evde varmış. Üzerine kocasının bir resmini koymuştu. Birgün evden çıkarken salonda onu gördüm, bir yandan iki parça mobilyasının tozunu alıyor bir yandan da kendi kendine konuşuyor, âdeta ağıtlar yakıyordu. Kocasının resmi elindeydi, onu öpüyor, kokluyor ve için için ağlıyordu…

Gardırobunda 3 takım elbisesi vardı. Hepsi siyahtı. Ömrü boyunca hep siyah giyecekti, çünkü ömrü boyunca kocasının yasını tutacaktı…

Moskwich kocasının en son park ettiği yerde duruyordu. Aküsü boşalmış, lastikleri inmişti. Toz toprak içindeydi, âdeta çürümeye terkedilmişti.

Nanuli’nin hayatı çok zordu. Benden alacağı kira parası onu bayağı rahatlatacaktı, öyle söylüyordu. Kızı Gvantsa evliydi ancak kocası bilmediğim bir nedenden dolayı hapisteydi ve kızcağız çocuğuyla öylece ortada kalmıştı. Gvantsa çalışıyordu ve evi Tbilisi’deydi ama kazancı yetmiyordu. O nedenle oğlu Luka’yı sık sık Nanuli’ye bırakırdı. Ve torunu Luka, tatlı Luka, bütün gün bahçede yan komşunun torunuyla koşturup durur, sonra utana sıkıla benim oturduğum kata gelir parmağıyla televizyonu gösterirdi. Nanuli ona kızar, beni rahatsız etmemesini tenbihlerdi de çocuk bu laf dinler mi. Televizyon, içerideki tabanında halı olan tek odadaydı. Evin en lüks odası. Luka ve küçük kız arkadaşı neşeyle içeri geçer ve televizyonda çizgi film açarlardı. Ben yan odada çalıştığım için gıkları çıkmazdı. Onlara kuruyemiş verirdim, yan yana oturup merakla çizgi film izlerken bir yandan da cipslerini yer, çekirdeklerini çitlerlerdi. 7 yaşlarındaydı Luka, çok güzel bir çocuktu. Zaten çirkin çocuk yoktur ki…

 

Nanuli’nin tüm eşyası

Nanuli kiranın çoğunu kızına verirdi. Luka da okullar tatil olunca Nanuli’de kalırdı. Onu alır zaman zaman arabayla gezdirir, şantiyelerime götürürdüm. Hiç yaramazlık yapmazdı Luka. Kendisine çikolata ya da kola almak istediğimdeyse “Annem izin vermiyor” diye reddederdi. Küçücük yaşında kocaman cümleler kurardı Luka, bazen sanki kırk yaşlarında bir cüceyle konuştuğumu sanırdım.

Bu yoksul insanlar alabildiğine onurluydular. Hayatları zordu zor olmasına ama kimsenin aklının alamayacağı bir toplumsal dayanışma vardı aralarında ve bu onları ayakta tutuyordu. Küçücük paralarla harikalar yaratan mütevazı insanlardı Gürcüler…

Arada uzaktan nefis bir piyano sesi gelirdi. Tercümanım Malkhazi yüzüne müstehzi bir ifade takınır: “Jemali Amca bu” derdi, “Yine coşmuş”…

Birgün Jemali yanıma geldi. Yaşlı bir adamdı, elinde bir Atatürk portresi vardı. Yarım yamalak Türkçesiyle O’na olan hayranlığını anlatıp durmuştu. Bana hediye etti, ben de çerçeveletip ofisimde duvara astım. Jemali, Nanuli’nin ölen kocasının çok samimi arkadaşıymış. Kendisini Nanuli’ye karşı sorumlu hissedermiş hep. Arkadaşının ona emaneti gibi. Hergün yolun başından “Nanuli, Nanuli” diye bağırarak eve gelirdi. Neden böyle bağırıyor, neden böyle birkaç kez Nanuli’nin ismini tekrarlıyor diye düşünmüştüm. Nanuli müsait değilse toparlanması için zaman kazansın diyeymiş…

 

Nanuli Nargizi ile sohbette

Nanuli Nargizi ile sohbette

Her akşam bahçede Nanuli’yle konuşur, neye ihtiyacı var sorardı. Onun bir kadın olarak yapamayacağı her şeyi o hallederdi. Ufak tefek tamiratlar dahil…

Kimse dedikodu çıkarmıyor mu diye sordum birgün, herkes bana acayip acayip baktı. Çok saçma bir laf ettiğimi anladım. Burada tek başına yaşayan dul bir kadına yardımcı olmanın dedikodu malzemesi yapılması gibi bir kavram dahi yoktu. Utandım…

Bir an, kendi memleketimi ve aynı durumdaki kadınların maddi imkânsızlıklar yanında bir de burada hiç olmayan hangi sorunlarla uğraştığını düşündüm ve sustum…

2 yıl önce Malkhazi ile konuşurken bana “Biliyor musun Uğur Bey, Jemali öldü” dedi. Öylesine kalakaldım. Aklıma ilk gelen şey, Nanuli şimdi ne yapacak olmuştu.

Malkhazi, Nanuli’nin Tbilisi’ye kızının yanına taşındığını söyledi.

Dün öğrendim ki henüz 61 yaşındaki Nanuli de terk edip gitmiş bu aşağılık Dünya’yı. Kurtuldu diye düşündüm ilkin. Sonra boğazıma birşeyler düğümlendi, oturdum bunları yazdım…

 

Uğur GÖRGÜLÜ

19 Mayıs 2021  – Jvari (Gürcistan)