Yalnızlık… Ne hazin bir kelime. Hazin ancak bir o kadar da derin. Kısa, sade, sıradan; ama içinde koca bir evren saklı.

Kimi için bir sığınak, kimi için bir zindan, kimi için bir kaçış, kimi için de geçici bir uğrak yeridir. Benim içinse âsûde bir sessizliğin adıydı. Kalabalıklardan kaçıp kendi dinginliğime sığındığımda, odamda yalnız başıma bir kitabın dünyasına daldığımda ya da gönlümce bir maçı seyrettiğimde hep bir sükûnet hep tatlı bir huzur, tarifini tam yapamayacağım bir kaygısızlık kaplardı içimi hep…

Ben yalnızlığımla barışıktım aslında, o bana yük değil, nefes olurdu; çünkü insan kendisiyle baş başa kaldığında, hayatın bütün sahte gürültüsü susar, geriye sadece hakikatin pürüzsüzlüğü kalır.

Ben yalnızlığımı severdim aslında, o özgür kaldığım anlarda en çılgın rock soundunda ben şiirler yazardım, o zamanlarda sanki kalabalık bir orkestranın eşliğinde şarkı söyler gibi hissederdim. Kocaman bir salonda binlerce kişinin beni dinlediğini hayal ederek…

Ben yalnızlığımla mutluydum aslında, o zamanlarda kalabalıklardan kaçan içimdeki utangaç benler açığa çıkardı, çünkü yalnızlık benim kendi içimdekilerle kurduğum en derin dostluğun hayat iksiriydi…

Ama gün geldi, yalnızlık artık kendi seçtiğim bir hâl olmaktan çıktı. O bir anda elimden kaydı gitti. Bir sabah gözlerimi onsuzluğa açtım ve o günden beri 3,5 yıl geçti. Şimdi içimde taşıdığım yalnızlık, benim kendi arzumla kuşandığım bir örtü değil; kaderin üzerime örttüğü ağır bir kefen gibi.

Ben aslında yalnızlığın acısını hiç çekmemişim. Bunu şimdi anlıyorum. Yarım kalınca, diğer yarımı özlemeye başlayınca yalnızlığın ağırlığı çöktü omuzlarıma. Tonlarca ağırlığın altında ezildim, ve o zaman gördüm ki, gerçek yalnızlık dayanılır gibi değilmiş…

Çevremden bana sık sık söylerler: “Uğur, yalnızlık Allah’a mahsus, artık evlen, artık hayatına bak.” Bilmezler ki, benim yalnızlığımın kapısı başka birine açılmaz. Benim yalnızlığımın kapısında onun ismi kazılıdır; anahtarı da çoktan toprakla mühürlenmiştir. Yalnızlığım, herhangi bir kadının gülüşüyle aydınlanacak bir oda değildir; orada yalnızca onun sesi yankılanır.

Ben ona yalnızım aslında…

Benim özlemim başka birine değil, yalnızca ona.

Benim yalnızlığım, bir eksikliğin değil, bir isyanın adıdır.

O yalnızlık ki, duvarları soğuk bir zindana dönüştürür.

O yalnızlık ki, sessizliğin çınladığı odalarda boğulmak gibidir.

Çünkü o dört duvarın mahpusluğunu yok eden sesin yankısı yoktur artık.

Bir insanın eksikliği, bazen bütün bir hayatı yavanlaştırır.

Ama tesellim şu ki; Benim için ölüm bir bitiş olmadı, bir suskunluk oldu. Bizim hikâyemiz bitmedi; yalnızca sessizliğe evrildi. Ölümle ayrıldığımız yerde, aşk son bulmadı; yalnızca daha derin, daha görünmez bir dile büründü. Ben hâlâ onunla yaşıyorum, ama onsuz.

İşte bu en ağır yalnızlık: Yanımda kimse olmadığında değil, yanımda sadece o olmadığında hissettiğim boşluk.

Ve işte bu yüzden, beni anlayamayanlara söylemek isterim ki yalnızlığım, bir mahkûmiyet değil, bir tercih.

Ve bilinsin ki, benim yalnızlığım bir eksiklik değil; ölümün bile susturamadığı bir sadakattir.

 

Uğur GÖRGÜLÜ

01 Eylül 2025 – Khashuri (Gürcistan)