Bu yazıyı kaleme aldığımda hâlâ İstanbul’da kimin belediye başkanı olduğu belli değildi. En son, Maltepe’de kaplumbağa hızıyla da olsa sayımlar devam ediyordu…
Farkındaysanız CHP bu seçimlerde Türkiye genelinde tüm sandıklara müthiş bir hırsla sahip çıktı. AKAPE’nin nispeten zayıf olduğu il ve ilçelere, rahatlıkla kazanabileceği bölgelerden yaptığı nüfus kaydırmalarından tutun da, sahte seçmenlere, metruk binalara, park ve bahçe alanlarına seçmen yazdırmaya kadar iktidar partisinin 2007’den beri âdet haline getirdiği hileleri elinden geldiğince tespit edip, bu sahtekârlığın önüne geçmek için mücadele etti ve kısmen de başarılı oldu.
CHP bu sefer, kurulan yaklaşık 195 bin sandık başında IYI Parti ve Saadet Partisiyle sıkı bir işbirliği gerçekleştirerek, Doğu ve Güneydoğu’da da HDP ile yardımlaşarak, yeteri kadar sandık görevlisi, müşahidi bulundurdu ve ıslak imzalı sandık tutanaklarını, AA’nın manipülasyonlarını hiç tınmayarak, zamanında toparladı ve kurduğu bilgisayar programına aktararak, AKAPE’nin birleştirme tutanaklarında, bilgisayar başında ya da ellerinin altındaki SEÇSİS yardımıyla yapması muhtemel hilelerin önüne büyük ölçüde geçti.
Dahası bu sefer CHP’li sandık başı görevlileri aç da kalsalar, uykuları da gelse sandıkları, oy torbalarını terketmediler. Çünkü CHP, Türkiye genelinde sandık başı görevlilerine diğer seçimlerle kıyaslandığında çok daha fazla lojistik destek verdi; yorgun düşenlerin yerine başka partili görevlendirildi, mobil ekipler acıkan sandık başı nöbetçilerine azık dağıttı…vs. Ve en önemlisi, il ve ilçe örgütlerinin yanı sıra kritik şehirlerde, özellikle İstanbul ve Ankara’da CHP tüm milletvekilleri ile gece gündüz nöbetteydi. Tekrar tekrar sayılan sandıkları ve işi bitmiş oy torbalarını hiç yalnız bırakmayarak canı pahasına korudu!
Ee haliyle sonuç da iyi oldu tabi. CHP oy oranını %30.10’a çıkarırken aralarında İstanbul, Ankara, Antalya, Mersin, Adana, Bilecik, Kırşehir, Bolu, Artvin, Ardahan gibi daha önce Cumhur İttifakı’nda bulunan belediyelerle birlikte tam 21 ilde belediye başkanlığını kazandı.
AKAPE’nin, çaresizlik ve panik içinde, hukuk mukuk gözetmeksizin elindeki tüm devlet güçlerini seferber ederek akla ziyan yöntemlerle itiraz sürecini uzatması ise bence can çekişen ahtapotun son çırpınışlarından başka bir şey değildir. Zira sandıkları yüz kere de saysalar sonucun değişmeyeceğini onlar da biliyorlar da işte ne kadar uzatabilirsek kârdır düşüncesiyle ümitsizce çabalıyorlar…
Buraya kadarını hepiniz biliyorsunuz…
Şimdi bu girizgâhı neden yaptığımıza ve asıl söylemek istediğimize gelelim…
Hatırlarsanız 16 Nisan 2017’de Türkiye için âdeta hayat memat meselesi anlamına gelen bir referanduma gidildi. Bu referandumda Türk Halkı ülkesinin yönetsel şeklinin parlamenter demokrasiden, gittikçe teokratikleşen bir monarşiye, bir diktatörlüğe dönüşüp dönüşmemesini oylayacaktı. Türkiye için demokrasinin sonu gelmiş miydi? Türkiye Cumhuriyetini kurmuş Gazi Meclis, sembolik bir Danışma Meclisine mi dönüşecekti? Yürütme, yasama ve yargı erki tek adamda toplanıp ülke kendi demokrasisini kendi eliyle mi yok edecekti?
İktidar partisi ve ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı OHAL şartlarında gidilecek bu “Referandum” sonucunu garanti altına almak için muhalefet üzerinde hem tarihte eşi benzeri görülmemiş bir baskı, korkutma ve sindirme operasyonu uyguladı hem de devletin tüm gücünü ve olanaklarını sonuna kadar kullanarak psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. Son Başbakan da il il geziyor, bir yandan “İşsiz kalacağız yahu” cıvıklığında espriler püskürtürken bir yandan da halka, Cumhuriyetin katli anlamına gelen diktatörlük anayasasının ne kadar da yararlı olduğunu anlatıyordu:
“Diyorlar ki, Meclisin yetkilerini yok ediyorlar ve Meclis’i güçsüzleştiriyorlar. Tamamen yalan, Meclis aslî işi olan kanun yapmaya yönelecek. Ayrıca milletvekili sayısını 600’e çıkararak Meclisimizi olmadığı kadar güçlendiriyoruz!”
Düşünebiliyor musunuz, son Başbakan halkla resmen dalga geçiyordu. Meclis yok edilirken Başbakan buna çanak tutuyordu, sırf tek adamın hırslarına gem vuramaması yüzünden…
Nereye baksanız Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Başbakanımızın dev boy posterleri, afişleri gözünüze sokuluyordu. Bir iki kanal haricinde muhalefet düşüncelerini anlatacağı tv bulmakta zorlanıyordu. Sokaklarda, üst geçitlerde, kendi parti binalarında propaganda amaçlı döviz asmalarına bile iktidar tahammül edemiyordu. AKAPE’li Belediyeler arada tek tük “HAYIR” yazan bir pankart, bir döviz gördüğünde 80 kişilik timlerle bu zavallı bez parçasına saldırıyor ve anında yaka paça indiriyordu.
16 Nisan 2017 Referandumu o güne kadar hiç görülmemiş bir adaletsizlikte ve eşit olmayan koşullar altında gerçekleşti…
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Türk Halkı bu ucubeye İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirler başta olmak üzere, birçok ilde “HAYIR” demişti. AA her zamanki manipülasyonlarını yapıyordu, buna alışmıştık. Ama ne yaparsa yapsınlar sonuç aleyhlerine çıkmıştı. Bu çok açıktı.
Tam o anda YSK devreye girdi ve sayım devam ederken kural değişikliğine gidip, mühürsüz oyları geçerli saydı. Bu, Dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir hukuksuzluk, hatta bir garabetti. Oysa sabah saatlerinde Almanya’dan hem de bir AKAPE’li seçim görevlisi mühürsüz oylar olduğu ve ne yapması gerektiğini sorduğunda YSK, kanunu hatırlatıp, o oyları geçersiz kabul etmesi gerektiğini belirtmişti.
Kimi kime şikâyet edecektin ki!
Duruma göre kanuna uyan, duruma göre kanunu hiçe sayan bu yaklaşım, YSK’nın ne kadar da siyasal erkin güdümüne girdiğini göstermesi bakımından çok anlamlıydı.
Türkiye’nin rejimi değişiyordu, hem de Türk Halkı bu ucube Anayasayı elinin tersiyle tarihin çöplüğüne atmışken…
İhsan Eliaçık Hoca, KRT’deki programında, HAYIR oylarının %52 civarında olduğundan bahsediyor ve iktidarın YSK’yı kullanarak durumu tersine çevirdiğini söylüyordu. Hoca’nın iddiası kan donduracak kadar korkunçtu: “Eğer ne yaparlarsa yapsınlar HAYIR oyları yine de fazla çıksaydı, YSK bu sefer de mühürsüz oylar var diye seçimleri iptal edecekti. Yani HAYIR bloğunun bu seçimi kazanma ihtimali yoktu.”
Kuşkusuz bu bir iddia, ama sizce gerçeklik payı yok mu?
CHP ve diğer muhalefet partileri bu kararı dostlar alışverişte görsün misali bir iki cılız eleştiri ile kınamışlar ve böylece de “görevlerini yerine getirmişlerdi”(?!). Tüm vatanseverler, Kemalistler, çağdaşlıktan, parlamenter rejimin devamından yana olanlar büyük bir şoktaydı! Bu insanların sığınabilecekleri tek liman ,ellerinde kalan tek kurum CHP’ydi ve o CHP mühürsüz oyların geçerli kabul edilmesi garabetinin üzerine öyle pek de gönüllü gitmiyordu.
Oysa o kararı veren YSK’nın önünde anında milyonlar toplanmalıydı. CHP diğer toplum bileşenleri ile birlikte bir kamuoyu oluşturmalı, partinin ileri gelenleri, sözcüleri, Genel Başkanı, Genel Başkan yardımcıları, Belediye seçimlerinde Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı gibi, dakika başı basın mensuplarına açıklamalarda bulunarak, ellerinden kayıp giden Türkiye’yi kurtarmak için tüm güçleriyle savaşmalıydılar. Bu konuyu, ilk andan itibaren gittikçe artan bir ivmeyle, devamlı gündemde tutup, verdiği yanlı ve hatalı karardan dolayı YSK baskı altına alınmalı ve millet iradesinin tecellisi için sonuna kadar uğraşma kararlılığında olduklarına herkesi inandırmalıydılar.
AMA YAPMADILAR!!!
Ve yapmadıkları gibi de daha ikinci günden itibaren CHP adına kimin cumhurbaşkanı adayı olacağı tartışmaları başladı.
Bu tutum, size de CHP’nin tüm itirazlarının, tüm eleştirilerinin göstermelik olduğu izlenimi vermedi mi?
Ya 24 Haziran seçimlerine ne demeli?
Seçim öncesi “Eğer bir hukuksuzluk sezersem 50bin avukatı YSK’nın önüne yığarım” diye yağmasa da gürleyen Muharrem İNCE seçim gecesi bir anda ortadan kaybolmuş ve seçimden önce aslan gibi kükreyen adam nedense kuyruğunu kıstırıp “Adam kazandı abi” noktasına gelmişti.
“Sandık başlarında şöyle önlem aldık, böyle ekip kurduk; kendi programımızı yazdık ve ıslak imzalı tutanakları anında sistemimize aktaracağız, merak etmeyin, hiç sorun yok, gönül rahatlığı ile gidin oyunuzu kullanın” vaatleriyle seçmenini umutlandıran CHP’nin o çok övündüğü bilgisayar sistemi daha ilk dakikada iflas etmişti. Seçimden önce hemen hergün Halk Tv’ye çıkıp nasıl bir bilgisayar programı hazırladıklarını kendinden emin tavırlarla anlatan Onursal Adıgüzel, seçim sonrası süt dökmüş kedi gibiydi.
Sonuçta, Türkiye’nin ölüm kalım seçiminde, tamam mı devam mı sorusuna vereceği yanıtta güvendiği tek dağ olan CHP sanki ülkenin BEKA’sını pek de umursamıyormuş havasındaydı.
Asıl soru, bu kadar baştansavma hazırlık dönemleri geçirmesine rağmen, her iki seçimde de topluma güven verip, sonuçta seçmenine hayalkırıklığı yaşatan CHP bunu bilerek mi yapıyordu, yoksa partinin durumu gerçekten çok mu vahimdi?
Türkiye’nin geleceğini karartan, demokrasiyi yok eden iki seçimden kadro olarak büyük bir başarısızlıkla çıkan CHP, nasıl oldu bilemiyorum ama Belediye seçimleri gibi, önem sıralaması yaptığınızda diğer ikisine göre en sonda yer alan bir seçime son derece kararlı ve organize bir biçimde asılıyordu.
CHP’nin o ilk iki seçimde işi elinin ucuyla tutan kadroları, belediye seçimlerinde harikalar yaratıyor, müthiş bir organizasyon, yardımlaşma ve özveri ile torbaları bir saniye bile yalnız bırakmıyordu. Bu çok şaşırtıcıydı! Bu kadrolara ne olmuştu böyle? Kafalarına saksı mı düşmüştü?
CHP, TÜRKİYE’NİN BEKASI DEMEK OLAN İKİ SEÇİMDE YENİLGİYİ HEMEN KABUL EDERKEN, TEK ADAM CUNTASINA YETERİNCE KARŞI KOYMAZKEN, YEREL YÖNETİCİLERİN SEÇİMLERİNE NEDEN BU KADAR ÖNEM VERİYOR, CANSİPERANE UĞRAŞIYORDU?
YOKSA CHP İÇİN BU MEMLEKETİN BEKASI, MUHTARLIK SEÇİMİ KADAR ÖNEM TAŞIMIYOR MUYDU?
YOKSA CHP, İKTİDAR PARTİSİNE “SEN YETERİNCE NEMALANDIN, ARTIK SIRA BENDE” Mİ DİYORDU?
Eğer öyleyse, yani İstanbul, İstanbul diye bu kadar yırtınmak örtülü bir rant kavgası içinse o zaman şehrin Büyükşehir Belediye Başkanlığını ister AKAPE alsın, ister CHP, çok da umurumda olmaz, zira ülke elden gitmiş, diktatörlük tüm kurum ve kuruluşlarıyla demokrasiyi, parlamenter sistemi esir almışken canını dişine takıp en kaymaklı belediyeleri almak için uğraşmak bence abartılacak bir başarı değil aksine en hafif tabirle İHANETİN dik âlâsıdır.
EĞER YAPABİLİYORDUYSANIZ ÖNCEDEN NEDEN YAPMADINIZ?
Uğur GÖRGÜLÜ
17 Nisan 2019 – Zugdidi (Gürcistan)