deprem-foto-yikik-bina-somut_netBence şimdi bahsedeceğim faktörleri hesaba katmadan tamamlanmış ve içinde oturulan bir binanın münferit olarak dinamik yüklere karşı incelenmesi, taşıyıcı sisteminin kontrolü, en başta yapılan bir hatadır.

Van’da meydana gelen depremlerin ardından hükümet kaçak ve çürük binalar için radikal çözümler getireceğini açıkladı. Bence ne kadar geç kalınmış olursa olsun, alkışlanması gereken bir karar. O nedenle ben de naçizane önerilerimi sıralayacağım:

A-    TOPRAKLARIMIZIN ENVANTERİNİN ÇIKARILMASI

Depremle iç içe yaşayan ve bu anlamda idealist yapılanmasını oluşturmuş bir ülkede yapılması gereken ilk eylem, ülke topraklarının sağlıklı bir deprem haritasını hazırlamak ve bununla eş zamanlı olarak da ekilebilir, tarıma elverişli arazilerin, su havzalarının, ormanların envanterini çıkarmak olmalıdır. Bu işlem, üniversitelerimizden, bakanlıktan, ilgili meslek odalarından, uygulamacı şirketlerden seçilmiş,  teknik bilgileri ve saygınlıkları,gerek Türk kamuoyunda gerekse uluslar arası platformda tartışılmaz olan bilim adamları, teknik elemanlar, uygulamadan gelen mühendis/mimarlardan oluşan PARTİLERÜSTÜ ve SİYASETTEN ARINDIRILMIŞ bir heyet tarafından yapılmalıdır.  Hazırlanan bu genel harita esas alınarak her il kendi toprakları için ayrıntılı bir plânlama düzenlemeli ve böylece 81 ilde :

1-     Deprem bölgesi ( I. II.derece deprem bölgesi gibi)

2-     Tarıma elverişli arazi envanteri,

3-     Su toplama havzaları, ormanlık alanlar,

4-     Dere yatakları, heyelan bölgeleri,

5-     İmara açılması uygun bölgeler,

6-     Mevcut yapı stoğunun bu tasnife göre durumu,

gibi bir şehrin tüm bilgileri kayıt altına alınmalıdır.  Sonrasında disiplinler il bazında, kendi alanlarıyla ilgili daha ayrıntılı çalışmaları gerçekleştirebilirler. Örneğin imara açılması uygun bulunan bölgelerde zemin klası, sıvılaşma riski olup olmadığı, yer altı su seviyesi gibi zemine ait karakteristikler belirlenmelidir. Bu sayede il genelinde hangi bölgelere kaç katlı binalar yapılabileceği, hangi bölgelere bina yapılamayacağı da belirlenmiş olur. Mevcut bina stoğu da bu somut veriler ışığında gözden geçirilebilir. Örneğin fay hattının çok yakınlarına yapılan devasa binalar ne kadar sağlam olursa olsun hasar görmeye ya da yıkılmaya mahkûmdur. Veya, sıvılaşma tehlikesi olan zeminlere yapılan çok katlı binaların yan yatması, gömülmesi kaçınılmazdır. Özellikle Karadeniz Bölgemiz’de rastlanan bir diğer durum da, dere yataklarına, heyelan bölgelerine yapılan binaların çok sık aralıklarla su baskınlarına ya da toprak kaymalarına maruz kalmalarıdır. Bu durumda meydana gelen felâketlerde kaybettiğimiz onca can için “Takdir-i İlahî” demek,”Ne yapalım Allah’tan geldi” kaderciliğine sığınmak en basit deyimiyle aptallıktır, kolaycılıktır. Yüce Yaradan insana akıl vermiştir, zekâ vermiştir. Siz, size bahşedilen bu ayrıcalığı sırf  “Ne yapar da daha fazla para kazanırım” bencilliği için kullanırsanız, meydana gelmesi kaçınılmaz doğal felâketler için önlem almazsanız ve üstüne üstlük tüm bu ihmaller, boşvermişlikler sonucu göz göre göre gelen afetlere karşı da “Eh ne yapalım takdir-i ilahi” derseniz işte Tanrı’nın gazabı da böyle korkunç olur. Sen alacağın önlemlerle yıkıcı etkilerini en aza indirebileceğin doğal felâketleri hiç utanıp sıkılmadan Tanrı’ya fatura edersen kusura bakmayın ama ne kıldığın namaz namazdır ne de orucun oruç. Unutmayın ki herkesi her konuda kandırabilirsiniz, ama Tanrı’yı asla!

Neyse konumuza dönelim:

Türkiye eğer deprem, sel, heyelân gibi doğal afetlerde meskûn bölgelerindeki inşaî yapım hatalarından ya da konumsal yanlışlıklardan kaynaklanan sorunlar nedeniyle  can ve mal kaybına uğruyor ve bu durum süreklilik arz ediyorsa, o zaman alınacak radikal önlemler konusunda kararlı olmalı ve her türlü siyasi kayırmadan, rantiyeci yaklaşımdan sıyrılmalıdır.

Tarımsal alanlar bir ülkenin herşeyidir, hazinesidir, en önemli varlığıdır. Ancak ne yazık ki ülkemizde tarlalar, portakal bahçeleri, bağlar, bahçeler hiç acımadan müteahhitlere peşkeş çekilip, gözünü para hırsı bürümüş rantiyeci vampirler tarafından birbirinden çirkin beton blokların işgaline bırakılabilmektedir. Tarımsal alanların korunması ile ilgili, inanılmaz ama, ülkemizde herhangi bir yasa yoktur! Sırf bu bile, bizim ne denli doğa düşmanı, vurdumduymaz ve geri bir millet olduğumuzun en büyük kanıtıdır.

Ülkemiz için kara bir leke olan bu husus, yazımızın konusu olmadığından şimdilik bu kadar bahsetmekle yetineceğim ancak başka bir teknik yazımda ayrıntılı olarak ayrıca ele alacağım.

B-    BAKANLIK YA DA GENEL MÜDÜRLÜK KURULMASI

Öncelikle imâr yetkisi kesinlikle belediyelerden alınmalı ve doğrudan Başbakanlığa bağlı, tüm il ve ilçelerde örgütlenecek bağımsız bir İMAR İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ kurularak bir nebze de olsa siyasetten kurtulmalıdır. Tabi bu ne kadar gerçekçi bir yaklaşım o da ayrı bir tartışma konusu. Dediğim gibi konu, dönüp dolaşıp insanımızın karakterine dayanmaktadır.

81 il yukarıda bahsedilen çalışmaları ve  kendi şehirlerinin 1/5000; 1/10000….v.b gibi nazım imar plânlarını İmar İşleri Genel Müdürlüğü vasıtasıyla hazırlayıp imâra açılacak bölgelerini ve emsal katsayılarını belirlemelidir; VE BU PLÂNLAR BAŞKA BİR İKTİDAR DÖNEMİNDE PLÂN TADİLLERİYLE DEĞİŞTİRİLEMEYECEK ŞEKİLDE YASAL DÜZENLEMELER DE YAPILMALIDIR.

Bu kapsamda belki de mevcut şehirlerden bir kısmının yeri değişecek, kendisi sağlam olsa bile fay hatlarına yakın ya da tarımsal araziler üzerine kurulu olduğu için bir kısım binalar yıkılacak, yüksek katlı apartmanlar belki de 2-3 kata indirilecektir. Tüm vatandaşlara bu işlemlerin hayatlarını kurtarmak için yapıldığı çok net bir şekilde anlatılmalı ve yine tekrarlıyorum siyasi kayırmacılık ve rant avcılığı kesinkes önlenmeli, asla müsaade edilmemelidir.

C-    YAPI DENETİM KURULUŞLARI YENİDEN DÜZENLENMELİDİR

1999 depremleri sonrasında oluşturulan Yapı Denetim Kuruluşları kanımca çok iyi niyetli bir hareket olarak başlamasına rağmen, bakanlığın kendisini sağlama almak için hergün yeni bir evrak icat etmesi neticesinde zamanla korkunç bir  kâğıt, kırtasiye bataklığına gömülmüş olup, şimdilerde sadece bağlı bulunduğu bakanlık personelinin bürokrasi bombardımanına yanıt vermeye çalışmaktadır. Dolayısıyla vaktinin çoğunu aslî işi olan denetim yerine evrak tanzim etmekle geçiren Yapı Denetim Kuruluşları artık işlevlerini tam anlamıyla yerine getiremeyen hantal bir yapıya bürünmüştür.

Bugün depremlerde ortaya çıkan acı gerçek şudur ki, en fazla zarar gören yapılar sözde kendi denetim mekanizmaları olan devlet kuruluşlarına ait resmî binalardır ve örneğin deprem sonrası en çok gereksinim duyulan hastanelerin depremde zarar görmesi, yıkılması, işlevini yerine getiremez duruma gelmesi inanın depremin verdiği zarar kadar zarar verir insan sağlığına. Düşünsenize, deprem olmuş yaralı kurtulmuşsunuz ancak tedavi olabileceğiniz bir hastane yok!

Demek ki bu işte bir yerlerde bir yanlışlık var!

Diğer yandan apartman, site, toplu konut yaptırmak isteyen arazi sahiplerinin öncelikle müteahhit firmayı belirlemesi ve müteahhidin de kendisini denetleyecek yapı denetim kuruluşunu seçmesi dünyanın en abuk subuk işidir. Genel bir olgudan bahsediyorum; iki lafı bir araya getiremeyen, okuma yazması bile olmayan çarıklı erkan, ancak para babası birinin mühendislikle iştigal eden bir firmaya gelip küstahça “Hemşerim, sen kaça denetliyon, bak filanca firma %40 kırıyor, fazla kırarsan işi sana veririm”  sığlığındaki basit  yaklaşımına maruz kalmak kadar hayatını mühendislik yaparak kazanan birini yaralayan, acıtan başka bir şey sanıyorum yoktur!

Yapı Denetim Kurumları, tüm değerleri, yaşam tarzı, karşısındakini değerlendirme kıstasları salt paraya, sizin malî durumunuza endeksli insanların  “para bende, ben ne dersem, ne istersem o olur” tiksinçliğindeki küçümseyen, aşağılayan davranışlarından sür’atle kurtarılmalı ve “parayı ben veriyorum” kozu ellerinden alınmalıdır.

Bugün Türkiye’de, yurtdışında da başarılı müşavirlik hizmetlerine imza atan firmalar mevcuttur. Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde ülkemizde kamu kurumları, finansmanı yurtdışından temin edilen işlerde artık müşavirle çalışma fikrine iyiden iyiye alışmışlardır. Ancak emek-yoğun bir sektör olan müşavirlik camiasında çağdaş normları yakalayabilmiş firma sayısı yeterli olmadığı için ne yazık ki Avrupalı, ABD’li büyük müşavirlik şirketleri kâh tek başlarına, kâh Türk firmalarıyla konsorsiyumlar kurarak mühendislik piyasasındaki projelerde hatırı sayılır oranda bir  iş hacmine ulaşmışlardır. (Örneğin ILF, Grontmij, Hill International, DeLeeuw, Fichtner, Eptisa, Louis Berger…vb.) Oysa Türk mühendislerinin, Türk müşavirlik firmalarının onlardan hiç aşağı kalır bir yanı yoktur ve yabancı müşavirlik firmaları, finansmanı sağlayan KfW, EIB, EU gibi kurum ve birliklerin dayatması sonucunda bir elle verdiklerini diğer elleriyle geri almak için Türk müşavirlik piyasasını adeta zorla işgal etmektedirler.

Gerçi gerek mühendislik dünyasındaki yeniliklerin Türkiye’ye tanıtılması, gerekse ülkemizdeki geleneksel “Ben yaptım oldu” ve “Abi ekmek parası, idare et bu seferlik de böyle olsun” oryantalistliğine büyük ölçüde son veren modern mühendislik uygulamalarının, çağdaş denetim anlayışlarının, tüm dünyada kabul görmüş FIDIC gibi sözleşmelerin yerleşiklik kazanması anlamında kanımca marka olmuş, köklü firmaların Türk piyasasına girmesi  son derece yararlı olmuştur.

Bence yeni bir yapılanmayla mevcut müşavirlik firmalarının yapı denetim konusunda da yetkilendirilmesi, 4708 sayılı yasa gereği kurulan yapı denetim şirketlerinin de yeniden organize edilerek müşavirlik firması kimliğine kavuşturulması gerekmektedir. Bu hususta da kendimce olması gereken ayrıntıları ayrıca yazmayı düşünüyorum.

Kamu binaları da, ister yerli isterse yabancı finansmanla inşa edilsin, mutlaka müşavir firmalar tarafından denetlenmelidir.

Ancak müşavirlik firmaları sınıflandırılmalı (A, B, C, D sınıfı firmalar gibi) ve böylece, sadece özel şahıs binalarını, toplu konut inşaatlarını denetleyen firmalar; hem özel hem resmî bina inşaatlarını denetleyen firmalar ve büyük müşavirlik firmaları gibi su yapıları, arıtma tesisi, içmesuyu kanalizasyon inşaatları gibi altyapı konularında uzmanlaşmış firmalar; baraj inşaatlarında uzmanlaşmış firmalar; yol ve demiryolu konularında uzmanlaşmış firmalar; her türlü üstyapı konusunda uzmanlaşmış firmalar…vb. gibi sınıflara ayrılarak denetimin kapsamı genişletilmelidir. Konu ile ilgili bir yönetmelik hazırlanıp mevcut firmaların bu yeni duruma uyum sağlamaları için belli bir süre tanınmalıdır.

Diğer önemli bir konu da yapı denetim firmalarının adeta Darülaceze’ye dönüşmüş kurumlar haline gelmesidir; zira denetçi belgesi sahibi mühendislerin çoğu 65 yaşın üstünde emeklilerdir ve hemen hepsi emekli maaşıyla geçinemediği için bu işi zoraki yapmaktadırlar. Ve maalesef çoğunluğu da mezun oldukları zaman ile emekli oldukları gün arasındaki yaklaşık 30-35 yıl boyunca bir devlet dairesinde bürokrasinin o kahrolası cenderesinde hep aynı işlerle uğraşmakta ve mühendislik nosyonlarını, vizyonlarını geliştirecek en küçük bir faaliyette bile bulunmamaktadırlar. Bunda suçun en büyüğü, “öğle tatili olsa da kahvede okeye, ya da 51 oynamaya gitsem” düşüncesindeki, gazete bile okumayan, kitap kapağı kaldırmayan sözde mühendislerdedir.  O nedenle denetçi mühendislerin bu unvana sahip olduktan sonra periyodik olarak bilgileri sınanmalı ve meslek içi eğitim mecburî olmalıdır. Bu anlamda yeri geldiği için söylüyorum; “Sertifikalı Mühendis” uygulaması bir lüks değil zorunluluk olabilir, bununla ilgili yasal düzenlemeler yapılabilir.

D–    TÜRKİYE’DEKİ MÜTEAHHİTLİK UYGULAMALARI

Söz etmemiz gereken başka bir husus da hâlâ tam olarak düzenlenemeyen, düzeltilemeyen müteahhitlik müessesesidir. Maalesef hâlâ eline para geçen fırıncı, hurdacı, demirci ustası, bakkal, manav, marketçi, emlâk komisyoncusu satın aldığı mühendis diplomaları ile inşaat firması kurup rahatlıkla her türlü altyapı, üstyapı ihalelerine girebilmektedir. Bu garabet kökünden önlenemediği sürece malzemeden çalarak 3 kuruş fazla kazanmayı marifet sayan vampirlerin bu piyasadan ekmek yemesini önleyemezsiniz. Bu nedenle Türkiye’de saygınlığını en çok yitirmiş meslek grubu müteahhitliktir. Artık bu ülkede “yapsatçı laz mütayıt” kavramı yok olmalıdır. En basit 5 katlı bir apartman inşaatı da genel mühendislik kuralları çerçevesinde inşa edilip, denetlenebilmelidir.

Ya resmî inşaat ihalelerine ne demeli? Neyse ki tenzilât usulü ile ihale verme tarihe karıştı ama idareler tepelerinde Demokles’in Kılıcı gibi duran Sayıştay denetimi korkusu yüzünden içlerine sinmese de işleri yine hâlâ en ucuz teklif sahibine vermeye devam ediyorlar. Daha doğrusu vermek zorunda kalıyorlar. Zira trilyonların altına imza atmalarına rağmen 3 kuruş maaşa talim eden resmî idare teknik elemanları hemen her ihale sonrası hem de işlerin kesin kabullerinin yapılmasından 2-3 yıl sonra, yapılan işleri adeta “ne yapsam da bir hata bulsam” mantığıyla inceleyen sevgili Sayıştay temsilcilerinin “Vay sen devleti zarara uğrattın. Bak falanca firma daha çok kırmasına rağmen sen işi ona değil de daha az kıran filancaya vermişsin. Demek ki ihaleyi verdiğin firmayla çıkar ilişkin vardı” suçlamalarına maruz kalıyorlar. Doğal olarak zaten hantal bir yapısı olan devlet dairelerinde bir de bu korku ile yaşayan teknik elemanlardan iş çıkmasını beklemek abesle iştigalin de ötesine geçmektedir. O nedenle 1-2 yılda bitmesi gereken işler 8-10 sene gibi uzun zaman dilimlerinde tamamlanmakta bu da örneğin 1 milyon TL’ye mal olması gereken sıradan bir inşaatın ardarda çıkarılan ikmal inşaatları nedeniyle 10-15 milyon TL’ye mal olmasına neden olmaktadır ki işte devleti asıl bu tutum, bu yanlış uygulamalar zarara uğratmaktadır. Bazen en fazla kırana verilen bir inşaat işini müteahhit tamamlayamadan ihale, müteahhidin kötü işçiliği yüzünden iptal edilmekte, bu durum sonucunda da devlet müthiş bir zaman ve para kaybına uğramaktadır. Peki bunların sorumlusu kimdir? İdarenin teknik elemanlarını “En çok kıran firma iyi bir firma değil ama şimdi bu işi ona vermesek ilerde başımız derde girer. Amaaan bana ne ya, ben mi kurtaracağım bu memleketi” noktasına getiren Sayıştay mı, yoksa hantal yapısı ve teknik elemanını komik maaşlara mahkûm eden devlet  yüzünden çok ağır işleyen devlet dairelerindeki bananeci yaklaşım mı?

Fırıncısı, bakkalı, marketçisi müteahhitlik yapıyor da, usta aradığınızda size başvuran demirci, kalıpçı, duvarcı, fayansçı, soğuk demirci sanki bu işlerin okulundan mı mezun oluyor? HAYIR!

Devlet, işin başındaki mühendis için sözleşmedeki formaliteler yerine gelsin diye “Bu işin şantiye şefliğini başından sonuna kadar asgari ücretle yerine getireceğim” acayipliğindeki taahhütnameyi, mühendisin diplomasını, meslek odası kaydını istiyor, ama ne işi başından sonuna kadar bilfiil yapan kalfadan kalfalık belgesini istiyor ne de fayansçıdan, demirciden, hafriyatçıdan bu işlerin uzmanı olduğuna dair bir belge! BUNDAN GARİP BİR DURUM, BUNDAN DAHA BÜYÜK BİR UCUBE OLABİLİR Mİ?

Türkiye, boşta kalmış 60-70 yaşındaki emeklilerin kahvehaneye gitmek yerine işte adres belli olsun diye açtıkları yazıhanelerde mukavvalara yazdıkları eciş bücüş  “SATLIK DAYRE” ilkelliğindeki komisyoncu mantığından artık kurtulmalıdır. Her meslek dalı için bakanlık, meslek odaları, üniversiteler işbirliği yaparak gece okulları kurmalı ve kalfadan, fayansçıya, betoncudan, demirciye bir inşaatı oluşturan tüm bileşenleri üreten ustalar “uzmanlık belgesi” sahibi olmalıdırlar. Ve 2 katlı bir apartman inşaatından, 5000 konutluk toplu konut inşaatlarına değin her türlü inşaatta nasıl mühendislere diploma soruluyorsa, ustalardan da “uzmanlık” ya da “ustalık” belgelerinin istenmesi zorunlu kılınmalıdır.

Müteahhitlik ancak müteahhitlik yapmaya hak kazanmış mühendislerin uğraşı alanlarından biri olmalıdır. Bununla ilgili düzenlemeler, yönetmeliklerle yapılmalı ve müteahhitlik müessesesi saygın bir meslek dalı haline getirilmelidir.

 

Uğur GÖRGÜLÜ

19 Kasım 2011 Antalya