Yazdıklarımı okuyup kendince yanıtlama gereği duyan bir AKP’li bana e-posta üzerine e-posta yollamış…
Aklı sıra beni aşağılayacak ya; AKP’nin artık klişeleşmiş argümanlarına sarılmış yine dört elle… Aynen kopyaladığım için yazım hataları da haliyle aynen aktarılıyor aşağıda:
“bence biraz okumayı azaltın,halkın seviyesinede inmayin tabi… bence konyaya mevlanaya gidin ,sessiz odalarda 40 gün kalın ,kendinizi dinleyin ..”
Bu yazdığını yetersiz görmüş olacak ki, sitemdeki “BEN SOLCU MUYUM YOKSA BAŞKA BİR ŞEY Mİ?” adlı bir başka yazımın altına biraz daha geliştirerek aynı laf salatasını bir daha yazmış:
“bence biraz okumayı azaltın..konyaya gidin mevlanaya ..ve ordaki odalardan birinde kalın kendinizi dinleyin..40 gün. solcu olmak herşeyi bilmek demek değildir….”
Hep söylerim; cehalet üniversite bitirmekle yok olmaz diye. Eğer kişinin hayat görüşü dar kalıplara sıkışmışsa mesleğinde profesör olsa ne yazar? Cahil doğar, eçhel-i cühelâ olarak göçüp gider. Oysa yazımın tamamını okuyabilme sabrı gösterse yukarıdaki cümlesini yine yazar mıydı, bilmiyorum…
Aslında bu tiplerin çoğu her dönemin adamıdır. Cahil cühela takımındandır; işbirlikçidir. Vatan, millet, bayrak bunlar için pek de önemli değildir. Satın alınmaları çocuk oyuncağıdır. Emperyalistler o nedenle bu tip adamlara bayılır. Solcuyla solcu olurlar, dinciyle dinci. Rakı masalarında ağzına giren bıyıklarını elinin tersiyle silerken bir de bakarsınız hidayete ermiş ve badem bıyığı ve tesbihiyle cami cami geziyor. İki lafından biri “Allah çok şükür yarabbi” olmuş. E haliyle ihalenin en kaymaklısını da o kapar tabi ki. Yaşı, liyakati, deneyimi hiç önemli değildir bunların; yeter ki “Onlardan” olsun. Çünkü değer verilen tek kutsal PARA’dır.
“bu arada meslektaşız..ama tabi ben alt tabakdnım:)) daha cok büyük firmalarda proje müdürlüğü yapamadım.
kendi firmamı actım kaba inşşat taşeronlugu yapıyorum 1 senedir.zamanı gelince anafirma işlerinde girecem…bence büyük firmalrdaki proje müdürleri o işler için uygun..ama yoktn bir işi var etmek,agacı büyütmek herkesin işi değil.hep hazır olan bir firmada çalşır cok büyük iş yapmış proje müdürleri..peki neden bir iş kuramazlr?
Yaşının oldukça genç olduğunu anladığım bu meslektaşımın da aynı standarda cuk oturduğunu kanıtlamıyor mu yukarıda yazdıkları sizce de?
Diğer yandan beni överek aslında küçümsemeye çalışıyor. Hani bak sen okuyorsun, proje müdürüsün, İngilizcen mükemmel ama boş şeyler bunlar, asıl mühim şey “PARA” bende diyor aklı sıra… Sen eninde sonunda gelip benim yanımda çalışacaksın, yani o beğenmediğin cahil diye küçümsediğin adamlara muhtaçsın diyor.
Sonra da bir anda aşağılık kompleksi depreşiyor. Tam oturmamış, git-geller içindeki kişiliğinin yansıması aşağıdaki cümlelerle özür diliyor…
“ztn knşck br şymz yoksa konuşulacak şeylerin oldugu kişiylede konuşmaya ne gerek var..o kişi zaten doğruları biliyor….
muhakkak sizin kadar okumadıgmız belli..
sizi ben ingilizce kelimelerde rasgele buldum orada sizin ingilizceniz mükemmel bu anlaşılıyor…))) ama orası ingilizcesi iyi olmayıpta geliştimek isteyenler için bence…
bu arada profilinizde 3 işle uğraştıgınız nerde yazıyor anlamadım.
şmdi aslında biraz benimkisi saygısızlık olmuş özür dilerim…”
Bu tip hacıyatmazlara, her dönemin adamlarına aslında verilecek çok yanıt var. Hem de gıklarını çıkaramayacakları yanıtlar, ancak değer mi sizce bunlarla laf ebeliği yapmak? Sanmıyorum; onca önemli işimiz varken bir AKP’li ile üstelik onun gerçek niyetini bile bile uğraşmak, akıntıya kürek çekmek değil de ne?
Ben de öyle yapacaktım zaten, ama şu beni hasta eden, sinirlerimi zıplatan “HALKA İNMEK” lafını duyunca yazmaya karar verdim.
Nedir bu “HALKIN SEVİYESİNE İNMEK” Allah’ınızı severseniz? AKP’lilerin, daha öncesinde tüm liboşların, demokrat geçinenlerin, sağ tandanslı politikacıların vazgeçilmezi bu tabirle ne denmek isteniyor?
Şu:
“Siz; çok okumuş yazmış, entelektüel, aristokrat, jakoben takımı köyde, kentte yaşayan basit, sıradan insanımızla hiç ilgilenmediğinizden, görmezden geldiğinizden, aşağılayıp küçümsediğinizden, haliyle onların gerçek sorunlarını da bilemezsiniz. Oysa bizler, sizin kadar okuyup yazmasak da –ki zaten bunun gerekli olduğunu da sanmıyoruz- her an onlarla iç içeyiz, sosyal statülerimiz, parasal gücümüz sizinkilerden kat be kat yukarıda ama biz halkımız bize ihtiyaç duyduğunda hep onun yanındayız. Bu nedenle insanlarımızın dertlerini en iyi biz biliriz ve dolayısıyla da seçimlerde her zaman biz galip çıkarız; siz de müzmin muhalefette kalırsınız.”
İlk bakışta doğru gibi geliyor değil mi? Aslında sırça köşklerinde, şarap kadehlerinin vazgeçilmez mezesi, “Vatan Kurtarma” sohbetlerinin Nietzsche ya da La Rochefoucauld ile bezenmiş diyaloglarında ahkâm kesen atkuyruklu, keçi sakallı entellerin yanına, toprakla uğraşan kocaman elli çiftçileri, ya da ay sonunu nasıl getireceğini bilemeyen gariban memuru koyduğunuzda bir nebze de olsa hak veriyorsunuz bu yoruma.
İyi de marjinal bir kesimi koskoca bir aydın tabakasıyla bir tutup, hepsini aynı kefeye koymak ne denli doğru bir değerlendirme olur?
Diğer yandan, okuyup araştırmak yanlış mıdır?
Halkın seviyesine “inmek” için illâ bağdaş kurup yer sofrasında yemek yemek, ya da kasket takıp, kucağında bebek gazetecilere poz vermek mi gerekir? Halkın bizlerden beklediği bu mudur?
Hiç sanmıyorum…
Öncelikle kavramları bir netleştirelim.
“Halkın seviyesine inmek” tabiri aslında 2 bileşeni içerir:
1- Halk dediğimiz insanlar aşağılarda bir yerlerde ki, onlara “inmek”ten bahsediyoruz.
2- Bu tabirin içerdiği diğer gizli anlam da “Halk” ve “Bizler” ayrı ayrı, birbirinden farklı katmanlarız.
Aslında işin ironisi de buradadır; emperyalizme hizmet edenler için halk, her zaman inilecek bir yerde olmalıdır. Bu, varlıklarının idamesi için şarttır. Ama aydın kesim ise halkı, kendi seviyesine çıkarmak için çırpınır. Yüzyıllardır süregelen savaşın özeti işte budur.
Ne yazık ki bu savaşta halkı kandıranlar, halkın cehaletinden nemalananlardır ve en büyük kâbusları halkın bir gün bunu öğrenecek olmasıdır. O nedenle erzakla, kömürle, beyaz eşya ile, din baskısıyla, futbol geyiğiyle, içeriği incir çekirdeğini doldurmayan magazinle göz boyayarak, halkın cehaletinden kurtulmasını, düşünmesini, araştırmasını engellerler. Köy Enstitülerini açan İsmet Paşa’ya “Bu kadar okumuş köylü başa belâ olur.” diyen sömürgeci anlayış, işte bu sözde “halkın seviyesine inen” şarlatanların zihniyetidir.
ÇÜNKÜ EMPERYALİST İŞBİRLİKÇİ KADROLARIN, MANDACI SAĞCI PARTİLERİN VARLIKLARI, HALKIN CAHİL VE FAKİR KALMASINA BAĞLIDIR.
Kemalist devrimlerin ışığı ile aydınlanmayı seçmiş, çağdaşlıktan, insanca yaşamaktan, eşitlikten, adaletten yana insanlar ise Türkiye insanının cehalet ve fukaralık batağından kurtulması için mücadele eder. Bunda şimdiye dek maalesef başarılı olamamıştır. Ancak bu, mücadeleye devam etmek için engel değildir.
TÜRK AYDINI VE HALK BİRBİRİNDEN AYRI İKİ KATMAN DEĞİLDİR. AKSİNE SAĞCI, DİNCİ, SÖMÜRGECİ GÖRÜŞTE BU SINIFSALLAŞMA ÇOK DAHA BELİRGİNDİR.
TÜRK AYDINI, HALKININ “İNİLECEK” BİR ALT SEVİYEDE YAŞADIĞINI ASLA KABUL ETMEZ; ONUN HEDEFİ CAHİL VE FAKİR HALK KİTLELERİNİ OKUYAN, SORGULAYAN BİR BİLİNÇ DÜZEYİNE TAŞIMAK, İSTİHDAM OLANAKLARINI ARTTIRARAK HERKESİN EĞİTİMİ İLE PARALEL BİR YAŞAM STANDARDINI YAKALAMASINI SAĞLAMAKTIR.
İşte bu nedenle sağcı, sömürgeci, halkın cehaletinden ve fukaralığından beslenen mandacı ve teslimiyetçi zihniyet Kemalist devrimlere inanmış aydınları halktan kopuk, halkın seviyesine inemeyen aristokratlar olarak gösterir cahil kitlelere…
Bunlar; okuyan yazan, sorgulayan, irdeleyen, araştıran insanlardan çok korkarlar. Koyunsürüleştirdikleri geniş halk kitlelerinin, içinde bulundukları hayal âleminden uyanacakları endişesiyle kâbuslar görürler. O nedenle yıllar boyunca ülkemizde binlerce yazar, çizer yargılanmış, hapislerde çürütülmüş, dövülmüş, öldürülmüştür. O nedenle okuyan yazan insanlar aşağılanmış, hor görülmüş ve tek kıstas PARA haline getirilmiştir.
Onların çok sevdikleri, görmek istedikleri halk; sadakaya muhtaç, dilencileştirilmiş, onursuzlaştırılmış koyun sürülerinden farkı olmayan, rahatlıkla güdülebilecek, oylarına rahatlıkla ipotek konulabilecek yığınlar olmalıdır. Halk budur, sömürgenlerin gözünde; kendileri de marabaları çalıştıran, sırtından geçinen, tebaalarına hükmeden AĞALARDIR, PADİŞAHLARDIR, EFENDİLERDİR…
Bu denli para içinde yüzerken, halka fakir fukara, garip gureba edebiyatı parçalayanlar, işte halkın cehaletinin ve fukaralığının idamesinden yana olan bu soysuzlardır.
YANİ İŞİN TUHAF YANI; BİZLERE LAYIK GÖRDÜKLERİ “HALKTAN KOPUK, HALKIN SEVİYESİNE İNEMEYEN” TAMLAMALARI ASLINDA BİZATİHÎ BU SÖMÜRGENLERİ TARİFLEMEKTEDİR…
Oysa bizler, zaten halkız. Bizlerin ne kâşaneleri var, ne havuzlu villaları. Ne kaymak ihale alacak karışık iş ilişkileri ne de partili bir hâmisi.
SON MODEL MERCEDESLERDE ZEVK-U SAFA İÇİNDE GÜNÜNÜ GÜN EDENLER, ALTIN VARAKLARLA KAPLANMIŞ MUSLUKLARDAN “ABDEST” ALARAK NAMAZ KILANLAR(?!), TRİLYONLUK KÂŞANELERDE YAŞAYANLAR BİZLER DEĞİLİZ Kİ !
NEYSE Kİ, İÇİMİZE SU SERPEN, İLAHİ ADALETİN BİRGÜN ELBET TECELLİ EDECEĞİNE OLAN İNANCIMIZDIR. ZİRA YÜCE YARADAN’A, O’NUN SARSILMAZ İRADESİNE TAM GÜVENEN BİZLER BİLİYORUZ Kİ, BU ŞARLATANLAR YAPTIKLARI DİNSEL ŞOVLARLA CAHİL VE FAKİR İNSANLARIMIZI KANDIRABİLİRLER; AMA ALLAH’I ASLA!
Ne yazık ki, işbirlikçilerin cahil ve fakir kitlelere dinsel motifler kullanarak benimsettiği anlayış gereği, gariban halkımız bu ezilmişliği yazgısı olarak görmekte, her şeyin Allah’tan geldiğine ve kaderi olduğuna inanmaktadır. Onun için bir paket erzak, bir çuval kömür, kendisine yapılabilecek en büyük iyiliktir; bu nedenle kendisine bunları getirene sonsuz bir bağlılık ve minnet hissi duyar. Sömürgenler ise, sanki bu iyiliği yapmak için binbir fedakârlığa katlanmışlar gibi bir hava yaratırlar; halkı için nasıl canla başla uğraştığını, nasıl bir mücadele içinde olduğunu, bu sadakaları dağıtmak için ne kadar büyük zorluklara katlandığını, özellikle koruyup kolladıkları, bilinçlenmesinden, okuyup yazmasından, uyanmasından dehşetengiz korktukları bu cahil cühelâ yığınlara milyonlarca yalan dolanla şırınga ederler. Oysa ceplerinden beş para harcamadan devletin tüm olanaklarını kullanarak, zaten bu garibanların sırtından kazandıkları paraların milyonda biri değildir o dağıttıkları sadakalar…
HALKIMIZ GÜNÜN BİRİNDE İLLÂ Kİ İÇİNDE BULUNDUĞU BU DURUMU VE KİMLERİN BUNA NEDEN OLDUĞUNU SORGULAYACAKTIR, BUNA İNANIYORUM. BİZLERİN GÖREVİ İSE DOĞRU OLDUĞUNU BİLDİĞİMİZ YÖNTEMLERDEN, YANİ “HALKA HERGÜN BALIK VERMEKTENSE BALIK TUTMASINI ÖĞRETMEK”TEN VAZGEÇMEMEK OLMALIDIR.
BİRGÜN ELBET O DEV SİLKİNECEK VE UYANACAKTIR.
Uğur GÖRGÜLÜ
19 Temmuz 2010 Samsun