Hani C harfine bile işkillenen, Baykal’ın adı geçtiğinde iki eli kanda olsa anında mevzua damlayan sözde yazar(?!) zat-ı muhteremlerin toplaştığı, kapılara bacalara dükkânlara havaalanlarına beleş dağıtılan bir kısım “gazeteler(?!)” var ya lafım onlara !
Artık “C” harfi ile başlayan sözcükleri kullanırken bile dikkatli olun, çevrenizde bir anda “Ne? CHP mi dedin? Köhnemiş, jakoben, statükocu, bitmiş, tükenmiş, ondan cacık bile olmaz” diye bozuk plâk gibi cızırdamaya başlayan biri peydahlanabilir. Korkmayın, korkmayın bu zavallı meczup o paçavraların, iktidar yalakalığı yapmaktan başka hiçbir uğraşıları olmayan papağanlarından biridir büyük ihtimal… He he haklısın deyip geçiştirin..
Sanırım bu cenahın bilinçaltına gömmeye çalıştıkları, CHP adına rastladıklarında nahoş yerlerini sızlatan kötü anıları mevcut ki, birisi “ceeeee” dese arkadaşlar gözlerini kapatıp anında başlıyor teyp bandı gibi ezberlerini söylemeye: “Ufku dar, donuk, günübirlik siyaset yapan, sahtekâr, bencil, dar kafalı, riyakâr sırıtışlı, kör hırslı…”
İnsan, başka bir partinin sempatizanı, üyesi hatta milletvekili olabilir. Bu son derece doğal. Normal olarak da kendi partisini yüceltmek için rakiplerine bir miktar yüklenir, aşağılar. Ama be birader, 3-5 yıllık koalisyonlardaki payandalık haricinde 55 yıldır tek başına iktidarda olmayan CHP’ye insan niye bu kadar kinlenir, niye bu kadar nefret duyar, niye bu denli karalar, yerden yere vurur doğrusu anlamak mümkün değil!
Akla ilk gelen, ya unutulamayacak kadar büyük bir travmaya yol açan bir kuyruk acısının varlığı, ya da iktidar partisinin paralı kalemşörlüğü olgusu ki, her ikisi de yerine, zamana ve adamına göre geçerli olan bahaneler sanki.
Deniz BAYKAL’ın karısının ya da çocuklarının adını bilen var mı? Ya da bugüne kadar Unakıtan şarlatanının gevelemeleri haricinde Baykal ailesi hakkında bir yolsuzluk iddiası duydunuz mu? Yahu Baykal’ın DYP-CHP koalisyonunda 54 günlük başbakan yardımcılığı-ki o hükümeti de seçime götüren kendisidir- haricinde kalan tüm resmi görevi 37 ve 42. Ecevit hükümetlerindeki Maliye Bakanlığı ile Enerji Bakanlığı… Hepsini toplasan 2 yılı bulmaz…
Haa şimdi malûm şahıslar hırslarından ter ter tepinip, yerlerinde hop hop hopluyorlardır kesin: ”Sigara bile bulamıyorduk, bizi kuyruklar, yokluklar ülkesi haline getirdiler…”
Yapma ya ! Neden acaba ülke ne zaman Ecevit başa gelse yokluklar, kuyruklar ülkesi haline geliyordu? Sakın Ecevit’in ABD karşıtı politikaları nedeniyle yokluk, kıtlık ABD tarafından sun’i olarak çıkartıldığından olmasın !
Ülkeyi bölünmenin eşiğine getiren, Diyarbakır’ı artık alenen Kürdistan’ın başkenti olarak gösteren haritalar havada uçuşurken apo köpeğine sayın diye hitap eden, ülkeyi 70 cente muhtaç eden, “Benim memurum işini bilir” deyip ahlâki çöküntüyü semirtip kollayan, karısının, çocuklarının, akrabalarının, çevresindeki yardakçıların, partililerinin yolsuzluk dosyaları odalara sığmayanlar kim peki? KİM BİZİ ABD’NİN AB’NİN KUCAĞINA OTURTUP GIRTLAĞIMIZA KADAR BORCA SOKAN? CHP Mİ? KİM?
CHP’nin eleştirilecek çok yanı olduğu bir gerçektir. Baykal’ın da… Ama ben diyorum ki CHP, bu kini, nefreti hak ediyorsa o zaman ülkemizi müstemleke bir ülke konumuna getirenlerin kırk katır mı kırk satır mı tercihini yapmaları gerekmez mi?
CHP’yi öylesine acımasızca, öylesine büyük bir iştiyakla, öylesine büyük bir zevkle yerden yere vuruyorsunuz ki, insanın aklına ister istemez “Yahu bu CHP, ülkeyi mi sattı, köy enstitülerini mi kapattı, memleketi imam hatip cennetine mi çevirdi, din istismarında tavana mı vurdu, ülkeyi 70 cente mi muhtaç etti, ABD’nin dümen suyuna girip filizlenmeye başlayan Türk sanayisinin belini mi kırdı, ‘Benim memurum işini bilir’ pespayeliği ile ‘Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz’ iğrençliğiyle adeta ülkemde hırsızlığı, hortumculuğu, soygun ve talan düzenini mi yasallaştırdı, Türkiye’yi, tarımda dünyanın kendi kendine yeten sayılı ülkelerinden biriyken şimdilerde Gümrük Birliği hainliği ile buğdayını bile dışardan satın alan bir ülke haline mi getirdi …” gibi yüzlerce soru geliyor.
Bu tezatı vurguluyorum, “Yahu CHP mi sadece; bak falancanın da filan biçimsizliği var” savıyla sakatlığı sakatlıkla takas etme telâşı içinde değilim ben…
Ülkem neredeyse 50 yıldır amerikancı-mandacı-dinci-kafatasçı partiler tarafından yönetiliyor. Aklınıza gelen her türlü olumsuzluk taaa 1946 yılında o meşhur 46 ruhuyla ülkemin üstüne karabasan gibi çökmeye başlamış, halk dalkavukluğunun, eyyamcılığın en has örnekleri “İnönü sizi aç bıraktı, ekmeği karneye bağladı” gibi alçaklıklarla sergilenmiş. “Bugün vatan cephesine kaydolanlar:….” bölücülüğüyle insanlarımızın arasına nifak sokan, o kahrolası, o yerle yeksan olası, demogoji ve popülizm kokan kamplaşmaların mimarı Menderes hainiyle başlatılan süreçte adı sürekli değişmekle birlikte hep tek parti iktidarda kalmış 50 yıldır… Amerikan emperyalizmine teslim olmuş, “Tam Bağımsızlık” ilkesini kevgire çevirmiş bu zihniyet. Ama bakıyorsunuz yazılanlara, iktidar partisiyle ilgili tek satır yok… Eleştiriler sadece CHP’ye, hatta artık son zamanlarda alenen Atatürk’e. Geçenlerde tornadan çıkmışçasına birbirine benzeyen bu soytarılardan biri, “Efendim Atatürk hiç yurtdışına çıkmamışmış, keşke çıksaymış… Türkiye’ye Atatürk döneminde kıytırık liderler gelmişmiş” mealinde kin, nefret dolu kusmuklarını beleş gazetelerin birinde etrafa saçıyordu… Bunlara bu cesareti kim veriyor dersiniz? Kime güvenerek, nereden nemalanarak beş para etmez süprüntülerini fütursuzca yazabiliyor bu palyaçolar acaba?
Düşünelim: “CHP’yi bu denli eleştiren kişi belki iyi niyetlidir. Hani, ülkemin gidişatından endişelenip, CHP’nin halka dönük projeler ve çözümler üreterek iktidara gelmesinin bir zorunluluk olmasına rağmen, onun bu mecburiyeti, bu sorumluluğu hiç hissetmeksizin müzmin muhalefet olmayı bilinçli bir şekilde tercih etmesinin kızgınlığıyla CHP’nin kendisine çeki düzen vermesi çağrısıdır bu insanüstü çabanın nedeni belki” diyesiniz geliyor gelmesine de, lakin heyhat, değil !
Yine düşünmeye devam edelim o zaman: “Hani CHP’nin dününü bilmeyenler….” klişesine takılıyorsunuz şimdi de. CHP’nin dünü derken? Bir bölen Ecevit dönemi mi yoksa? Sanmam, hepsini toplasan 3 yıl. Türkiye’nin bugünkü müstemleke durumuna düşmesinde ihmal edilebilir bir etkisi olabilir.
Sağcı partilerle kurulan koalisyon hükümetlerinin payandası SHP ve DSP’yi saymayalım isterseniz. O zaman geriye CHP’nin hangi dünü kalıyor? Ülkenin yapısal dokusunun şekillendirildiği Atatürk ve İnönü dönemi …
Aklıma şu anda rahmetli Ahmet Taner KIŞLALI’nın o meşhur yazısının bir paragrafı geldi : “…Ben inandıklarını açıkça savunanlara hep saygı duymuşumdur…O düşüncelere karşı olsam bile!… Ama o yürekliliği gösteremeyip bunu sinsice yapmaya çalışanlara, oraya buraya bityeniği sokuşturanlara hep tiksinerek bakmışımdır. Bunu hep zayıf bir kişiliğin, zavallı bir ruh halinin yansıması olarak görmüşümdür. Oyun maskesiz oynanmalıdır! Çirkinlikleri gizleyen maskelerin indirilmesini de tüm “gerçek aydınlar” görev saymalıdır!…”
Atatürk’ü, sonrasında da birçok hatasına rağmen İnönü’yü kaldıramayanlar, hazmedemeyenler, içlerine sindiremeyenler, yapılanları halka rağmen yapılanlar olarak adlandıranlar her zaman bir bit yeniği sokuştururlar laflarına, cümlelerine, konuşmalarına… Onların söyleyemedikleri, satır aralarında etrafa üstü kapalı püskürttükleri, aslında Atatürk’e, İnönü’ye, cumhuriyetin kurucularına olan kinleri, nefretleri, çekememezlikleridir…
Onlar ABD’ye AB’ye, BOP’a olan bağlılıklarının bir nişanesi olarak, gerçekte söyleyemediklerinin hıncını alırlar CHP’ye saldırarak… Parlak, ağdalı cümleleriyle maskeledikleri, sanki çok şey biliyormuşlar da hani “Bir konuşursam, Türkiye’de yer yerinden oynar” fosurtuları aslında nemalandıkları kredi kuruluşlarına, bankalara, AB’ye eklemlenmiş bir çıkarlar silsilesinin, ülkenin dört bir yanına “For Sale” tabelası koyanların paydaşlığıdır…
Konu aşağıdaki fıkrayı anımsattı bana nedense. Ne alakası var demeyin. Düşünen beyinler, gören gözler için bu fıkra:
Genç kız iki gözü iki çeşme ağlıyor, annesi babasının şerrinden kızını güçlükle koruyordu:
-Yazıklar olsun sana adi o……u ! Şerefimizi iki paralık ettin ! diye höykürüyordu babası tükürüklerini saça saça.. Bir yandan yumruklarken zavallı kızı, bir yandan da tekmeliyordu annesinin engellemesine rağmen…
-Tamam bey, dedi kadıncağız, olan olmuş. Hamileyse hamile ne yapalım yani öldürelim mi kızımızı?
Gözünü kan bürümüş olan adam tam bir şeyler daha haykıracakken dışarıdan gelen bir fren sesi dikkatleri pencereye yöneltmişti. Sert frenin kaldırdığı toz bulutunun arasından süper lüks bir limuzin seçiliyordu. Arabadan son derece yakışıklı, uzun boylu, oldukça şık genç bir adam indi ve kapıyı çaldı. Kapıyı evin küçük oğlu açtı. Adam sanki 40 yıllık ev sakini gibi içeri girdi fütursuzca… Bembeyaz eldivenlerini çıkarmaya çalışırken de ilk gördüğü koltuğa ilişmişti bile…
-Merhaba, dedi adam mekanik bir sesle, “Ben kızınızı hamile bırakan kişiyim”…
Kızın babası yumruğunu sıkmış, tam adamın üstüne doğru yürürken, delikanlı hiç istifini bozmadan pervasızca sürdürdü konuşmasını:
-Doğacak çocuk kız olursa düşündüm ki, ona Antalya’daki yazlık evi, İstanbul’daki yalıyı bıraksam iyi olacak. Eğer çocuk erkek olursa onu şirketlerimde % 40 hissedar yapmayı, ayrıca 18 yaşına gelene kadar bakımı için size ayda 50 000 TL ödenmesini, Kadıköy’deki köşkü, limuzini bırakmayı plânlıyorum. Eğer ikiz olursa tabi ki 2 çocuk için yukarıda saydıklarımın hepsini; ama….dedi adam duraksadı…ama eğer düşük olursa… O ana kadar söylenenleri hareketsiz ve şaşkın bir şekilde dinleyen baba yılışıkça sırıttı:
-N’olacak delikanlı düşündüğün şeye bak, kızı bir daha şaaparsın !
17 Aralık 2009 Antalya
Herkesin bildiği ya da konuşma gereği duymadığı gerçekler ,o kadar güzel özetlemişsiniz ki , defalarca okunası bir yazı olmuş.Teşekkür ediyorum.