untitledİnsanların yaşamlarını şekillendiren en temel unsur düşünce biçimleridir. Düşünceler dogmatik olmadıkları sürece zaman içindeki siyasi, ekonomik, kültürel gelişmelere paralel olarak rafineleşebildiği gibi, değişikliğe de uğrayabilir. Yaşamın en temel ilkesi “DEĞİŞİM”dir. Değişimi döneklik olarak algılamak dogmalara sıkışmış, köhne ve donuk bir yapının karakteridir.

İdeolojik düşüncelerin bünyesi eğer zamana bağlı değişimleri kabullenebilir bir dokudaysa  kinematiğin değişmez kanunları işlemeye başlar. Toplumsal kalkınmışlığa paralel olarak ideolojik yaklaşımlarda da değişimin ivmelendiği görülür.

Özellikle İslam’a fatura edilen dogmatik yüklemeler ise çok farklı bir yerdedir. İslamî uygulamaların mezhepler, tarikatlar tabanında farklılaşmasının nedeni, dinin içeriği ile değil şeklî yapısı ile ilgilidir. Bu, tüm dinlerde görülen bir bozulmadır. İnsan eliyle gerçekleşen dejenerasyon yüzyıllar boyu epidemik halkalar halinde birbirine eklemlenmiş, adeta dinlerin içini boşaltarak onları aslından tamamıyla uzaklaştırmıştır.

Ne yazık ki, Dünya, evren, yaşam hakkında binlerce ipucu veren Kur’an’ı, daha önceki Tanrısal vahiylerle birlikte bir rehber kitap gözüyle göremeyen insanoğlu, kendisine aktarılan evrensel bilgileri öğrenmek yerine, kelimeleri görünen anlamlarıyla değerlendirmeyi tercih etmiş, ezoterik yaklaşımlar, bazı araştırmacıların çok sınırlı çalışmalarında kalmıştır. Böyle olunca da 7. yüzyıl Arap toplumuna yönelik bir takım kurallar, düzenlemeler ve şeklî ibadetler düzeyini aşamamış gibi görünen İslam’ın artık insanın inanç gereksinimlerini tam anlamıyla gideremediği, insanoğlunun fikrî, teknolojik ve kültürel anlamda kat ettiği mesafeler karşısında toplumun çok gerisinde kaldığı ve “Dinde Reform” yapılması gerektiği imajı son zamanlarda güçlenmeye başlamıştır.

Ancak yapılması düşünülen dinde reform çalışması yine yüzeysel kalmakta, ibadetlerin şeklî boyutu ile uğraşmaktan öte bir yenilik getirmemektedir. Zaten dinsel ritüellerin zamana bağlı olarak reforma tâbi tutulmasının bir anlamı olmadığı gibi aslında dinlerin reforma da ihtiyacı yoktur. Çünkü değişen zaman içinde dinlerin ruhlarında, verdikleri evrensel mesajlarda herhangi bir değişim olmamıştır.

Değişmesi gereken, insanoğlunun dinden ne anladığıdır. Doğruda, iyide olan, insanlığın hayrına ve yararına üretip çalışan, sahip oldukları için her gün Yaratıcısına şükreden, hamdeden, O’nun yarattığı her canlıda O’nu görüp bu eşsiz dâhinin önünde saygıyla secde eden, vermenin almaktan çok hayırlı olduğunu bilen ve yaratılanı karşılıksız sevmeyi becerebilen takva sahibi, adil ve barışçıl biri için ritüellerin zamana göre şeklinin şemailinin değiştirilmesinin ne önemi olabilir ki?

Dini sadece ritüeller olarak algılayan ruhban sınıfının dayatmalarını yıkmak insanoğlunun kendi elindedir. Siyasi erk için dini alet edenlerin de sıkı sıkıya sarıldığı ve dogmalaştırdığı kuralların “dogmatik tasallut”unun insana, ruhsal doyum ve sonsuz bir huzur mu yoksa kendini bir takım zorunluluklar arasına sıkışmışlık hissi mi verdiği ayrımsanmalıdır.

Toplumları yönetme ve onlara mutluluk, huzur, gelecek garantisi verme iddiası içindeki ideoloji ve “izm”lerin fikrî tahakkümü altında kalmak da insanoğlunu sınırlayan, bunaltan bir olgudur. İnsanoğlunun dogmaların baskısı yerine özgür düşünce sistemlerini benimsemesi, dayatmalara karşı aklî melekelerini kullanması, Tanrı’nın bizlerden beklediği en temel haslettir.sanart_Atina_Okulu-300x2241

Unutulmaması gereken husus, tüm sistemlerin insan için olduğudur. Önemli olan insanın mutluluğu, huzurudur. Dogmalara esir olmak yerine sahip olunanları doğru kullanmayı becerebilmek toplumsal barışın, esenliğin ve adaletin esasıdır.

Uğur GÖRGÜLÜ

21 Haziran 2008 – Antalya