Günlerdir tv ekranlarında inşaat mühendisleri, mimarlar, kendi alanlarında profesör mertebesine ulaşmış hocalar, depremde binlerce yapının neden yerle bir olduğu üzerine konuşuyorlar. Kimisi düğüm noktalarındaki zayıf kolon kuvvetli kiriş yapısından bahsediyor, kimisi etriye sıklaştırmasının tekniğine uygun yapılmadığından… Kimisi deniz kumunun yıkanmadan kullanıldığından dem vuruyor, kimisi de çimentodan, demirden çalınmasından…Fay hatları dikkate alınmadan yapı inşaat ruhsatı verilmesinden tutun da, sıvılaşma riski taşıyan killi, siltli zeminlere, dolgu alanlarına yüksek katlı binalar dikilmesine kadar bir dizi hata, yanlışlık, ihmal, boşvermişlik, bilgisizlik, cehalet eseri sebep sıralanıyor…
Bunların hepsi doğru, hepsine katılıyorum.
Ancak bir deprem ülkesi olan ve her an herhangi bir bölgesinde en az 6 büyüklüğünde bir depremin oluşma olasılığı %66 olan ülkemde son 25 yıldaki ölümlü depremler göz önüne alındığında, bunlardan ders almak şöyle dursun, aksine imar aflarıyla muhtemel depremlerde adeta daha fazla ölüm, daha fazla felâket, daha fazla yıkım olmasını teşvik eden bir politikanın uygulandığını görüyoruz. Burada oy kaygısıyla, ya da kasasını doldurmak için tekniği, bilimi hiçe sayan kaçak ve ruhsatsız yapı stoğuna yasallık kazandıran hükümetler kadar, devlet arazisine kaçak bina yapan, 2 kat ruhsatı olan yere 3 de kaçak kat çıkan, mühendisle çalışmaktan kaçınmayı uyanıklık ya da marifet sayan ve iki cahil kalfanın lafıyla hareket edip kendisine beton tabutlar inşa eden çıkarcı, bencil, bireyselci, köylü kurnazlığını hayatının eksenine koymuş Türkiye halkının rant hırsının ve ahlâk düşüklüğünün de rolü oldukça fazladır.
Bu genel ahlâk çöküntüsü ortadayken, günah keçisi olarak 3-5 müteahhidi yakalayıp, hapse atmak bataklığı kurutmak yerine sivrisinek avlamaya benzer. Çünkü ortalama ahlâk seviyesinin yerlerde süründüğü bir toplumda yüksek karakterli müteahhitlerin yetişmesini bekleyemezsiniz. Onlar da bu ortalamanın bir temsilcisi olarak toplumdaki yerlerini alırlar. Aynı şekilde, ahlâkî anlamda son derece düşük seviyedeki insanların çoğunluğu ele geçirdiği böyle toplumlarda namuslu ve dürüst bir yönetimin iş başına gelmesini de anca hayal edebilirsiniz. Sonuçta böyle insanlar, kendileri gibi yöneticileri seçerler.
Yani özetle; coğrafi anlamda biz depremlerden kurtulamayız. Deprem, gerçekten de bu ülke halkının kaderidir. Ancak, depremle yaşamasını öğrenemediğimiz sürece, sadece ümitsizce bir sonraki depremi bekleyebiliriz. Yukarıda ayrıntılandırdığım toplumsal yapımızla depremlerin oluşturabileceği zararları en aza indirmemiz neredeyse olanaksızdır. Bilim adamlarımızın çok önceden tahmin ettiği depremlere karşı hiçbir önlem almayan, hiçbir güçlendirme çalışması yapmayan hükümetler nedeniyle yine çok acıklı ağıtlar yakar, enkazlara balonlar bağlar, ağlar, bağırır çağırırız. Mucize kurtarışlarla avunuruz. Çünkü biz en iyi bunu beceririz. Üstelik bu iktidarı seçmeye devam ettiğimiz müddetçe, göz göre göre gelen depremler sonrası acilen verilmesi gereken hizmetlerde de çok geç kalındığı için ölü sayımız iki misline çıkar, depremden sağ kurtulsak bile soğuktan ölürüz, hastalıktan ölürüz, açlıktan, susuzluktan ölürüz, evsiz barksız kalırız. Zira amacı salt rant olan hükümetleri seçerek bu sonu biz kendimiz hazırlarız. VE DİN İMAN PALAVRALARIYLA KANDIRILDIĞIMIZ SÜRECE DE HİÇ AKILLANMAYIZ…
ÇÖZÜM: TÜRK HALKININ AHLÂK DÜZEYİNİN YÜKSELTİLMESİNDEN GEÇMEKTE…
EĞER İYİ BİR EĞİTİMLE BUNU BAŞARABİLİRSEK TEKNİK ve İDARÎ ANLAMDAKİ DİĞER ÖNLEMLER ZATEN KENDİLİĞİNDEN GELİR…
Uğur GÖRGÜLÜ
27 Şubat 2023 – Antalya