İslamiyet’in ilk yılları…Mekke’de bir gece, Hz.Muhammed ve Hz. Ebu Bekir çölde yan yana yürümektedirler…Ay ışığı, Gülyüzlü’nün çiçekleri kıskandıracak kadar güzel yüzüne vurmuş, Ebu Bekir seyrettiği bu güzellik karşısında hayran, gönlü dile gelmiş o an:
– Ne kadar güzelsin ya Muhammed !
– Doğru söylersin ya Ebu Bekir !
Bunu duyan inanmayanlardan biri hasedinden kudurur, ve gönlündekini dile getirir:
– Ne kadar çirkinsin ya Muhammed !
– Doğru söylersin ya kardeş ! Ebu Bekir hayretle sorar :
– Ya Muhammed ! Ben güzelsin dedim. “Doğru söylersin” dedin. O inanmayan, kalbi çirkin fesat “Çirkinsin” dedi, ona da aynı şeyi söyledin. Bu nasıl olur?
-Ya Ebu Bekir! Ben aynayım. Bana bakan orada kendini görür. Nasıl ki, sen güzeldin, güzelliği gördün. O ise çirkindi ve çirkinliğini seyretti bende. Velhasıl her ikiniz de doğruyu söylediniz gerçekten !…
Tabi ki ne benim ne de bir başkasının insanlığa hizmette o Gülyüzlü’nün tırnağı bile olamayacağını söylememe gerek yok. Hiç kimse kendini O yüce tebliğcinin yerine koyamaz ve koymamalı…
Ancak bu kıssadan alınacak dersler var tabi…İnsanın kalbi ne ile doluysa, karşısında gördüğü bir insan, bir hikaye, bir olayın tefsirinde de kalbinin bir yansımasını görür.
Zaman içinde insan olgunlaşmakta, bu olgunlaşma, düşüncelerinde, yaşayışında, fiiliyatta kendine yavaş yavaş yer bulmaktadır. Bundan 3-4 yıl önce hatta geçen yıl yazdığım bazı yazıları bugün beğenmemem, oradaki bazı düşüncelere bugün tam anlamıyla katılmamam bunun en büyük göstergesidir. Bu, aslında ana düşünce sisteminden geri dönüş anlamında algılanmamalı, aynı düşünce yapısının rafineleşmesi olarak telâkki edilmelidir.
Ancak İslam’ı yozlaştırıp, onun içine milyonlarca hurafeyi sokan ve sonrasında da “Dinin aslı bu” diye insanlara yutturanlara karşı tepkim her geçen gün daha da artmaktadır. Bunun, o yüce tebliğciye, o Gülyüzlü’ye yapılmış en büyük haksızlık olduğunu şimdi daha iyi görmem, içimdeki acıyı, kalbimdeki yangını daha da fazlalaştırmaktadır.
Seferlerin birinde birgün keçi kesilecekti. Eshaptan biri ben keserim, öbürü ben yüzerim, bir diğeri de ben pişiririm dedi. Bunun üzerine Hz. Muhammed, “Ben de odun toplar, getiririm.” dedi. Engel olmaya çalıştılar, ama Gülyüzlü kesinlikle razı olmadı. Ve “Ben insanlar arasında sivrilip ayrıcalık kazanmak istemem” diyerek kalkıp odun topladı ve getirdi !…
Bir o Gülyüzlü’nün alçakgönüllüğüne, bir de dini, imanı ağzından düşürmeyen din bezirgânlarının ayrıcalıklarına, yaşadıkları kâşanelere, sahip oldukları paralara bakın!…
Hiç kuşkunuz olmasın, dinden çıkar sağlayanlar yine bizleri dinsizlikle, kâfirlikle suçlayacaklar.
İslam’ı, türbana ve şeklî ibadetlere indirgemiş bu güdük zihniyet, içindeki kini nefreti, aynı tehditkâr sözlerle kusmaya devam edecektir.
Yine tekrarlamakta yarar vardır ki, insan iç huzurunu namaz kılmakla, oruç tutmakla, ya da kilisede mum dikip Hz.İsa’nın heykeli önünde kalbini O’na açarak dua etmekle sağlıyorsa, bunları yapmak insanları rahatlatıyor, Allah’a yaklaştırıyor, sevgi alışverişinde bulunmalarını kolaylaştırıyorsa, gayeleri anadan babadan atadan gördükleri ve tek bildikleri bu yöntemlerle Allah’a yakın olmaksa, bu şekilde devam etmelidirler…
Yine bu cümlenin bana anımsattığı bir hikaye ile yazıma son vereceğim:
Vaktiyle ulu bir peygamber, evine dönerken sokakta çocukların çamurdan sözde bir Allah yaptıklarını, onunla oynadıklarını, adeta ibadet edercesine o çamurdan Allah’a sevgilerini sunduklarını görmüş. Allah’ın birliğine, puta tapmanın Allah’a eş koşmak olduğuna inanan bu yüce hak yolcusu, çocuklara çok kızmış ve sinirlenerek onları azarlamıştı.
-Siz Allah’a eş mi koşuyorsunuz? Puta mı tapıyorsunuz? Sizin yaptığınız hem çok ayıp, hem çok günah, diyerek onların çamurdan Allahlarını ezmiş ve parçalamıştı. Fakat o gün gelen bir haberci melek, Yaratan’ın o yüce tebliğciye dargın olduğunu bildirmiş, “O küçük kullarım, o çamur heykelciklerle bana sevgilerini iletiyorlardı. Sen onların sevgi gösterilerine, onların ibadetlerine mani oldun” demişti. Gülyüzlü peygamber şaşırdı, üzüldü, Yaratan’dan bağışlanmasını diledi. Sonra hemen hatasını düzeltmeye koyuldu. Azarladığı çocukları topladı, onların gönlünü aldı. “Ben sizin niyetinizi anlayamadım. Hadi yine çamurdan heykelinizi yapalım ve siz istediğiniz gibi O’na olan sevginizi gösterin” dedi. O çamurdan Tanrı heykelinin yapılması için o küçük çocuklara yardım etti.
Önemli olan niyettir. O yüceyi, en kutsal duygularla anmak, gönülde duymak, O’na yakın olmaya, O’nun rızasını, hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak, bunu içtenlikle yapmak en büyük ibadettir.
Uğur GÖRGÜLÜ
19 Ekim 2009 – Samsun