İslâmiyette Emevî ekolünün belki de en çok çarpıttığı, anlamını değiştirdiği kavram “Kader” kavramıdır. Yüzyıllar boyunca “Kader, alınyazısı, mukadderat, yazgı, takdiriilahi” gibi çeşitli sözcüklerle insanlara “Senin tüm hayatın boyunca yapacakların, cennetlik mi, cehennemlik mi olacağın, başına gelen tüm iyi ya da kötü olaylar, sen daha doğmadan önce Allah tarafından belirleniyor. Sen ne yapsan bunu değiştiremezsin” düşüncesi dayatıldı.
Müslüman geçinen ülkelerde insanlar böylece başlarına gelen kötü olaylar, fakirlik, acılar, ıstıraplar için boyunlarını eğip: “Ne yapalım mukadderat; Allah’ın takdiri böyleymiş; Nasibimiz bu kadarmış; Alnımızda bu yazılıymış; Kısmetimizde bu varmış” saçmalıklarına inandılar ve toplumlar, kendilerini fukaralığa, cehalete, sefilliğe mahkûm eden kodamanları, para babalarını suçlamayı akıl edemediler.
Peki, Kader Kelime Anlamı Olarak Ne Demektir?
Oysa Emevî sapkınlığının dayattığı kadercilik anlayışı aslında hiçbir şekilde Kur’an’dan referans almaz. Kader, sözcük anlamı olarak “ölçü” demektir. “Takdir etmek” de “KDR” kökünden gelen; “ölçülendirme, ölçüye bağlama, tesadüfe bırakmama” anlamlarını içeren bir kelimedir ve Kur’an’da geçen, Kur’an’ın kullandığı bir sözcüktür.
Yüce Allah Vâkıa suresi 60. ayette insanlar arasında ölümün bile plânlı/bir ölçüye bağlı olarak gerçekleştirildiği buyuruyor. Kadr suresinde zikredilen kadir gecesinin, diğer anlamlarının yanı sıra bir plânlama gecesi de olduğu ve sureye plânlama gecesi manasına “Kadr suresi” dendiği görülüyor. Mürselât suresinin 23. ayetinde, Allah’ın plânlamasından ve kudretinden bahsediliyor. Kamer suresi 49’da, Allah Tealâ’nın her şeyi bir ölçüye, bir plâna göre yarattığı anlatılıyor.
Tüm bu surelerde “Kader”, varlık ve oluşta bir tesadüfün değil, düzen ve kararlılığın egemen olduğunu ve herşeyin bir ölçüye bağlandığını ifade eder. Bu ölçüye bağlama kavramı, değişmez ölçülere bağlama demektir. Yani Kur’an, kader sözcüğünü değişmeyen “Doğa Yasaları”(=Sünnetulllah) anlamında kullanmaktadır ve bu kanunlarda tebdil ve tahvilin (=değiştirme, dönüştürme) olamayacağını da açık seçik beyan eder. Sonuç olarak kader, örneğin suyun 100°C’de kaynaması, yerçekimi ivmesinin g=9,81 m/sn2 olması, Dünya, Güneş ve gezegenlerin yörüngelerindeki hareketleri gibi fizik, kimya, astronomi, matematik, biyoloji…vb bilimlerin ortaya koyduğu değişmez kuralları ifade eder.
Dolayısıyla insan fiilleriyle Kur’an’daki kader kavramının bir ilişkisi yoktur. Kur’an’a göre Allah Teâlâ evrensel kural ve kanunları koymuştur, insanoğluna düşen görev değiştiremeyeceği bu kural ve yasalar çerçevesinde çalışmak, hayatını idame ettirmektir.
Allah Teâlâ İnsanların Ne Yapacağını, Hayatlarının Nasıl Seyredeceğini Önceden Bilmez mi?
Yüce Allah için zaman kavramı yoktur. Zaman ve mekândan münezzehtir (=Uzak, tenzih edilmiş, muhtaç olmayan). Cenab-ı Allah için zamanda önce, sonra ya da geçmiş gelecek yoktur. O’nun için tüm zaman “Ân-ı Vahittir.” (Daima şimdi=Eternal Now).
Allah sonsuz bilgi birikimi ile herşeyi görür ve bilir. AMA MÜDAHİL OLMAZ!!!
Yani Emevî sapkınlığının dayattığı “Alnımızda böyle yazıyormuş, ne yapalım” alçaklığı Allah’ın ezelî ilmine ve adalet anlayışına yapılmış en büyük hakarettir. Allah hem sizin hayatınızı, ne yapacağınızı, kiminle evleneceğinizi, kötü mü yoksa iyi biri mi olacağınızı önceden belirler, hem de bundan dolayı sizi hesaba çekerse, o zaman nerede kaldı Allah’ın adaleti! Yüce Allah, o zaman despot bir Tanrı olmaz mı? Bu Allah, Kur’an’ın tariflediği Allah değildir!
İnsanoğlu Allah’ın Sünnetullah’ı çerçevesinde hayatının tüm akışını kendisi belirler. İNSANOĞLU KARŞISINA ÇIKAN OLAYLARDA TERCİHLERİNİ YAPTIKÇA KADERİNİ KENDİ YAZAR. BU UNUTULMAMALIDIR. Eğer Emevîlerin dedikleri gibi olsaydı tekâmül nasıl olacaktı? İnsanoğlunun sürüden bir farkı mı kalırdı?
Emevî Zalimlerinin Değiştirdiği Kader Kavramı
Kur’an’da bu denli açık seçik ifade edilen “Kader” hususu, ne yazık ki; İslâm’ı bugünkü çekilmez haline getirmiş Emevî arabizmi tarafından “İnsanların fiillerinin şartlanması, tayin edilmesi; insanın varacağı yerin önceden belirlenmesi” anlamlarına tahvil edilmiştir. Bunun nedeni, beşerî tarihi boyunca o hiç bitmeyen, hiç tükenmeyen, insanların başka kitleleri hükümranlığına alma, sürüleştirme ve sömürme hırsı, doymak bilmez mal, para ve güç iştahıdır. Kur’an ilminin, Kur’an emirlerinin tahrifi, tebdil ve tahvili işte bu açgözlülüğü perdelemek ve toplumların isyan etmelerini engellemek içindir.
Tarihin en büyük katillerinden, en acımasız canilerinden biri olan “Mel’un” lâkaplı Haccac, ( Bakınız: https://muhendisguncesi.com/turkler-nasil-musluman-oldu/) her Cuma hutbesinde: “Allah, sizin başınıza Emevîleri seçti. Siz buna müstehak olduğunuz için bizi sizin başınıza gönderdi. Emevî iradesi de vali olarak beni uygun buldu. Bu sizin kaderinizdir. Bu Allah’ın takdiridir. O nedenle şikâyet ve isyan etmek yerine sabır ve tevekkülle bize tahammül edin ki bir an önce cezanız bitsin. Ben Allah’ın kılıcıyım, bu nedenle benim yaptıklarım Allah’ın istekleridir” sözleriyle âdeta o neslin beyinlerini yıkamıştı. Haccac, o dönemin en önde gelen ilim ve irfan sahibi önderlerini işkenceden geçirmiş, yüzlercesini katletmişti. Enes Bin Mâlik, Allah Resulü’nün hizmetinde çalışmış ve 100 yaşlarına kadar yaşamış bir Sahabeydi. O, Hz. Muhammed’in öğretisine uygun ibadet edilmediği gerekçesiyle Emevîlerin inşa ettiği camilere gitmez, oralarda namaz kılmazdı. İşte bu mel’un Haccac, Enes Bin Mâlik gibi gerçek bir Kur’an mü’min’ine bile zulmetme cür’etini gösteren gözü dönmüş bir zalimdi.
İlmi irfanı, adaleti ve üstün yöneticilik vasıflarıyla Ömer Bin Abdülaziz tüm İslâm aleminin takdir ve saygısını kazanmış bir Emevî halifesiydi. Bu makama geldikten yaklaşık 2.5 yıl sonra Emevî katiller tarafından zehirlenerek öldürülmüştü. Çünkü Ömer Bin Abdülaziz halifelik makamına oturur oturmaz Emevî kodamanlarını çağırmış ve : ”Ümmet-i Muhammed’in tüm servetinin ¾’ü sizin elinizde. Bu nasıl adalet, bu nasıl müslümanlık? Bunu halka açın” demişti. Emevî kodamanları ise: “Şu kafalarımız bu bedenlerden koparılmadıkça bir kuruş vermeyiz” sözüyle ne denli mal ve para düşkünü olduklarını göstermişler ve bu gerçek Kur’an mü’mininden nasıl kurtuluruzun hesaplarını yapacak kadar alçalmışlardı. Bakın Emevî kodamanlarının zehirleyip öldürdükleri o mübarek insanın ardından söylediklerine:
“Allah kimin zengin, kimin fakir olacağını takdir etmiştir. Siz Allah’a itiraz mı ediyorsunuz?”
Merhamet Kahramanlığı Allah’ın Hiç Affetmediği Bir Zulümdür
Günümüzde cami avlularında makarna, kömür dağıtmakla, ramazanlarda çadır kurup insanların karnını doyurmakla kendilerini “Merhamet Kahramanı” ilan edenlerin işte bu zalim ve açgözlü Emevî sapkınlarından hiçbir farkı yoktur. Bugün eğer milli gelirin %85’i nüfusun %5’i tarafından paylaşılıyorsa, siz orada ne adaletten, ne de İslâm’dan bahsedebilirsiniz. İşte Emevî ekolü temsilcileri bu çarpıklığı, bu zulmü makûl ve mazur gösterebilmek için yüzyıllardır dini kullanmaktadırlar…
Bakınız Allah Resulü Hazreti Peygamber ne diyor: “Bütün ümmetleri mahveden mabet yapma yarışıdır. Benim ümmetimi de bu mahvedecektir.”
Daha ne desin ki Gül yüzlü!
624 yıllık koca Osmanlı İmparatorluğu’nun bu süre boyunca 3 kıtada yaptırdığı toplam cami sayısı 15-16 bin civarındadır. Cumhuriyet döneminde son 60 yılda yaptırılan cami sayısı ise 120 bini geçmiştir. Operalara, sinemalara, alışveriş merkezlerine, benzinliklere yapılması mecbur tutulan mescitleri saymıyorum bile!
İşte bu, açgözlülüğünü zalimliğini örtbas etmenin en alçak, en aşağılık yoludur. İslâm dünyasının bugün içinde bulunduğu rezil durum, işte bu hayyâsızların, bu hayvanların yüzkarası müşriklerin sahtekârlıkları ve ikiyüzlülükleri yüzündendir. 50 metrede bir heybetli camiler yapmakla kendilerini Allah yolunda bir garip yolcu gibi gösteren merhamet hırsızları, mazlum ve mağdur edebiyatı sahipleri sayesinde müslüman olduğu iddiasındaki toplumlar Allah’ın en şiddetli gazabının muhataplarıdır. Zaten bu nedenle kader kavramı yüzyıllardır müslüman doğu toplumlarını sürüleştirmenin bir aracı olarak kullanılmaktadır. Kur’an mucizesi bu durumu da yüzyıllar öncesinden haber vermektedir:
Bakara – 104: “Ey imân edenler! Râina demeyin, unzurna deyin/ Bizi “davar gibi güt” diye konuşmayın, “Bize bak” diye konuşun ve dinleyin. Kâfirler için korkunç bir azap vardır.”
Oysa müslüman olduğu iddiasındaki toplumlar yüzyıllardır başlarına diktikleri çobanlar tarafından koyun sürüsü gibi güdülmektedir. Ne acı!
Kaynak: Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk
Uğur GÖRGÜLÜ
05 Eylül 2014 – Ceyhan